İçeriğe geç

hakkans Yazılar

Öbür Dünya

Vakit yaklaşıyordu. Kırmızı kalemi alıp takvime bir çarpı daha attı. Kalemi her eline alışında, kalemin kırmızı ve sert kapağını her açışında, kalemi takvimin üzerine doğru her götürüşünde, kalemin takvime her temasında, çarpının ilk çizgisinde, çarpının ikinci çizgisinde; ve sonra gerinip git gide artan çarpılara her bakışında, hayallere dalmaktan kendini alamıyordu. Sonra kalemi vücudundan neredeyse taşmak üzere olan heyecanla tezat oluşturacak bir yumuşaklıkla kapağıyla buluşturuyor ve bu kızıl ayin kapağın tık sesiyle son buluyordu.

Onunla O

Bu hikâye, Şiar dergisinin 37. sayısında (Kasım-Aralık 2021) yayımlanmıştır.

Kapıya aydınlık vuruyordu uzaklardan. Kapının önünde bir siluet, omuzlar hafif çökmüş, kafa dertli, öne eğik. Birkaç kez kapıya vuruyor. Diyor ki, orada mısın? Aradayım. Ne burada, ne orada. Demedi bunları, diyemedi. Evet demesi gerektiğini biliyordu ve kapıyı açması gerektiğini ve onun tamam hadi oturup konuşalım demeyeceğini ve yalnızca kuru ve çaresizliğini kuruluğuna saklamış bir tamam diyeceğini. Bilmesem, diye düşündü, kapı kapalı kalsa, dedi, sonra ne olurdu? Bir şey olacağı yoktu.

Dalgınlık

Hatırla, bir gün otobüsten inmiştin, tipi vardı, akşamdı; tam da otobüsten inebildiğine şükredecektin ki soğuk rüzgâr kesikler atmaya başlamıştı yüzüne yüzüne. O kürklü kapüşonunu telaşla başına geçirmiştin; ama bu defa da saçların gözlerinin önüne düşmüştü, önünü göremiyordun, botlarının ucunu anca; ucuna serpiştiren lapa lapa kar tanelerini, botunun ve otobüsün tekerleklerinin altında ezilip vıcık vıcık gri gri balçığı. Sonra başını kaldırıp, bir yandan kapüşonunu tutarken bir yandan da saçını arkana atmış ve ileri bakmıştın kısık gözlerle. Genişçe bir girintiye ard arda yerleştirilmiş üç durak, durakların altlarına doluşmuş onlarca insan; bazı insanlar var iyice sırtlarını eğmişler ve ellerini ceplerine indirmişler; yere eğmişler başlarını ve otobüs gelsin diye gelsin gelsin artık yeter diye dualar ediyorlar içlerinden ama muhatap almadan, alamadan; çünkü yoksullar ve bu yüzden her şeye kadir olana biraz dargınlar.

Ne o, hatırlamadın mı?

Sersemlet

Bu hikâye yazı boyutlarıyla ilgili özel düzenlemeler içermektedir. Bu yüzden bir .pdf dosyası halinde sunulmuştur. Dosyaya erişmek için ana sayfadaysanız “Devamını okuyun” a basıp sonra aşağıdaki Sersemlet ismine tıklamanız gerekmektedir.

Buyurun Efendim

Bu hikâye Aşkar dergisinin 61. sayısında (Ocak-Şubat-Mart 2022) yayımlanmıştır.

O gün tek istedikleri ailecek güzel bir yemek yemekti. Beyaz ışığın geldiği tarafa ilerlediler karanlığın içinden. Kamaşmış gözlerini ovuşturup etraflarına bakınıyorlardı ki, bir “Buyurun efendim!” sesi işittiler. Ailenin babası, kafasını sağa çevirdi ve aydınlığın içinde siyah takım elbiseli, yaşlıca bir beyefendi gördü. Beyefendi, sol kolunu dirseğinden bükmüş, elini karın hizasında tutuyordu. Yüzü buruş buruştu, birkaç büyükçe sivilcesi vardı; keldi ve altın çerçeveli, yuvarlak camlı küçük bir gözlüğü vardı.

Tekasür

Dedi ki, aldığın bütün nefesler Allah içindir. Bir evlâdın olduktan sonra, verdiğin bütün nefesler onun içindir.

Üzücüydü, çünkü bunu son nefesini verirken söylemişti babası. Sevindiriciydi, çünkü dediği üzere son nefesini yine evlâdı için vermişti; son nefesiyle ona öğüt vermişti. Üzücüydü; çünkü babasını kaybettiği gün doğmuştu çocuğu. Sevindiriciydi; çünkü doğar doğmaz bir koşu babasına götürmüştü evlâdını. Babası torununu görünce hafif bir tebessüm etmiş, işte bir yerden hayat verirken bir yerden de alıyor Allah demişti. Sonra da, yukarıdaki cümleleri. Sonrası, uzun bir dıt sesi, koşuşan hemşireler, lütfen dışarı çıkın, beyaz önlükler, terli alınlar ve babasının son görüntüsü: Ağzı hafif açık, teni bembeyaz, kapanmış gözlerinde mayışmış bir kedinin huzuru. Saçı ve sakalındaki tüm o beyaz teller onun meleksiliğine delalet gibi. Şehadet getirebildi mi bilemedi oğlu, sırf yukarıdaki sözü söyleyebilmek için getiremeden vefat etmişti belki. Bu düşünce onu çıldırtabilirdi; böylesine mübarek ve her haline imrendiği bir babanın şehadetsiz vefat ihtimali; neyse ki Allah’ın rahmetinden ve babasının ihlâsından emindi.

Patlamak

“Gel buraya seni yaramaz…”

Ahmet gülümsedi ve annesine baktı haşarı ve gözlerle kaçtı. Ahmet, dedi. Abdülcabbar abi seni görmek istiyor. Ahmet tamam dedi ve ardından yürüdü. Bir ışık geçtiler, sessiz, ikinci ışığa yürürken havadan sudan konuşmalar ve öylece, öylesine tebessümler, sonra üçüncü ışığa, yürümekten gına gelmişçesine, gereksiz bir gerginlikle. Eller istemsizce yumruk olmuş, omuzlar bilinçsizce aşağı çökmüş, yürüyüşlerinde kâğıt kesiği gibi rahatsız eden bir derinlik ve sisli dağlar misali saklı bir azamet, saklayarak kendilerini tatmin ettikleri bir azamet. Abdülcabbar abinin tamirhanesine girdiklerinde güneş arkalarından vuruyordu. Ahmet ve arkadaşı, o esnada çayına iki küp şekeri ardı sıra atan Abdülcabbar abiyi karanlığa gömüyordu. Ahmet’in arkadaşı selam verdi ve uzaktaki tabureyi Ahmet’e çekip kendi de Abdülcabbar abinin yanındaki tahta sandalyeye oturdu. Uzakta, sesi kısık radyoda, etkin sis nedeniyle İstanbul Boğazı gemi geçişlerine kapatıldı diyordu.

Özgür Düşünce

Dokuz aylık oynarlardı küçükken. İlk dokuz golü yiyen anne olurdu ve anne olanla dalga geçilirdi. Sonuçta bir erkeğin anne olması gurur kırıcıydı. Çünkü orada mesele anne olmak değildi. Şeydi. Söylemeseler daha iyi olacaktı. Biraz bilinmez bir şeydi, ama küçük düşürücü olduğu kesindi. İçlerinde bir oğlan vardı. İyi gol atardı atmasına ama kalecilikte rezaletti; bu yüzden hep anne olurdu. Sadece bir oyunda kaleye oyunun sonlarında geçtiği için erkek kardeş olmayı başarabilmişti. Anne olmanın gurur kırıcılığı yüzünden diğer oğlanlarla sürtüşürdü. Kendini mazlum, hakkı yenmiş hissederdi hep ve hedefsizce bağırdığı ve ağladığı olurdu. Ağlayınca alayın dozu iyice artardı ve o da koşarak eve çıkardı, annesinin dizlerinde anne oldu diye ağlardı.

Market

Küçük bir mahalleye büyük bir market açılacaktı. Mahalle sakinleri marketin otoparkına toplanmışlar, heyecan içinde bekleşiyorlardı. Koca otoparkta kapladıkları yer pek azdı. Açılış törenine bazı siyasilerin de katılacağı duyulduğundan beri, öncesinde de heyecanla beklenen açılışı beklemek iyice güçleşmişti. Daha market inşaatının haberi yeni duyulmuştu ki, muhtar, kahvede etrafına toplanmış ahaliye şöyle demişti: Siyasinin geldiği yerde gül biter. Ahaliden yaşlıca biri, başını sallayarak doğrusun beyim yirmi sene önce vali gelmişti de ilkokulun halini görüp iki aya yaptırmıştı demişti. Muhtar hah diyerek yaşlıyı işaret etmişti; gözlerini kısarak yaşlıya dikmiş, sonra da iyice açarak ahalinin geri kalanı üzerinde gezdirmişti. Hem bu market, öyle büyük bir yatırım ki siyasilerin bitireceği güle bile gerek kalmayacak inşallah, diye de eklemişti. İnsanlar hevesle bekliyorlardı ama ne bekledikleri konusunda bir fikirleri yoktu. Akıllarını açıp bakacak olsaydık, güneş misali bir parlaklık görürdük; bu parlaklığın sebep olduğu göz kamaşmasından dolayı, beklenilen şeyin ne olduğu konusundaki fikirsizliği doğal karşılar ve aklı açtığımız gibi kapatırdık.

Yakında

hakkans.blogspot.com.tr yeni evine taşınıyor. Osman Saygıner’e bu yeni ev için teşekkür ederim.