İçeriğe geç

Dalgınlık

Hatırla, bir gün otobüsten inmiştin, tipi vardı, akşamdı; tam da otobüsten inebildiğine şükredecektin ki soğuk rüzgâr kesikler atmaya başlamıştı yüzüne yüzüne. O kürklü kapüşonunu telaşla başına geçirmiştin; ama bu defa da saçların gözlerinin önüne düşmüştü, önünü göremiyordun, botlarının ucunu anca; ucuna serpiştiren lapa lapa kar tanelerini, botunun ve otobüsün tekerleklerinin altında ezilip vıcık vıcık gri gri balçığı. Sonra başını kaldırıp, bir yandan kapüşonunu tutarken bir yandan da saçını arkana atmış ve ileri bakmıştın kısık gözlerle. Genişçe bir girintiye ard arda yerleştirilmiş üç durak, durakların altlarına doluşmuş onlarca insan; bazı insanlar var iyice sırtlarını eğmişler ve ellerini ceplerine indirmişler; yere eğmişler başlarını ve otobüs gelsin diye gelsin gelsin artık yeter diye dualar ediyorlar içlerinden ama muhatap almadan, alamadan; çünkü yoksullar ve bu yüzden her şeye kadir olana biraz dargınlar.

Ne o, hatırlamadın mı?

Sonra durağın az ötesine yönelmiş ve kaldırımın kenarına geçmiştin. İnsanlarla aynı hizadaydın; aynı hizada olduğun için onlara dönüp bakmayacaktın. O insanların arkasında olsaydın onlara bakardın; çünkü sen yalnızca ilerilere bakardın. O an çantanda bulmaya çalıştığın telefona baktığın zamanı saymazsak tabii. Eldiven elinde o çantayı karıştırmak zordu; ama sen tuttuğunu koparırsın, birkaç gün önce öyle demişti yakışıklı müdürün senin hakkında, bak onu hatırlıyorsun. Onu unutmak mümkün mü dediğini duyar gibiyim, tabii ki değil, seni şapşal. İçinden geçirdin mi kız şimdi keşke telefonu çıkarıp babamı arayacağıma keşke onu arasaydım da o gelip alsaydı beni o gümüş tek kapılı mersedesiyle diye; ama daha hatırlamadın ki, bunu mu hatırlayacaksın? Yok. Neyse ne işte, kusura bakma senden uzaklara dalmamam gerekiyordu, hatırlatmak gerekiyorsa odaklanmak gerekiyordu. Nasıl da için ısınmıştı bu lakırdıyla, bir an gitti ya soğuk içinden, sonraki an gelince soğuk hem soğuk hem karanlık oldu sana. İçin titriyordu için, için için üşüyordun ve üzülüyordun, diyordun ki içinden Allahım bu insanların tıkış tıkış beklediği yıkış yıkış otobüslere bindikleri bu bindirmeli duraklar kombinasyonu şu an dünya üzerindeki en iç karartıcı yer değil mi? Bir de etrafa nokta nokta ışıkları dikmişler, küçük küçük sarı beyaz taneler ne hikmetse sana mide bulandırıcı geldiler. Babanla konuştuğunu ve yolda olduğunu söylediğini unuttum sanma, sen bunu zaten hatırlardın. Allah için yukarıda patronunla kıyas yaparken gömmüş gibi oldum ama babana da çok düşkündün yani. Neyse bir daha seni ısındıracak anılara sokup tekrar üşütmeyeyim, zatürree olup kalacaksın başıma.

İşte tüm bunlardan sonra, o durakta bekliyordun sen, telefonunu çantana geri atmış ve eldivenini geri takmıştın. Sen de o yoksul olduğunu düşündüğün kişiler gibi hafiften kamburunu çıkarmıştın, çeneni iyice eğmiş ve rengarenk yün atkına bandırmıştın. İnsan soğukta düşünmez, sen de aynını yaptın. Bekledin öyle.

Hatırladın mı?

İşte tam da o zaman, tam da belki de tüm bu anlatılanları sonradan hatırlamana imkân verecek boşluğa varacaktın ki dayanamadın. Baş kaldırdın. Gözlerini yola diktin. Arabalar yoğun tipinin kendilerini silikleştirmesine izin vermiyor, kara beyaz kar tanelerine sarı-beyaz ateş ediyorlardı. Kar taneleri bu sarı-beyaz kurşunların önünden geçtikçe sanki bir silahta tutukluk olmuş gibi far ışıklarında kesilmeler meydana geliyor ve zaman kesikli akar gibi oluyordu. Hatırlamana bunlar engel oldu işte. İpe sapa gelmez şeyler diyeceksindir, hem zaten daha hatırlamamışsın, gözlerinden okuyorum; hazır okurken gözlerinden de öpüyorum, oralara gelmek bir daha nasip olmayacak.

Tekrar koca bir neyse deyip devam edelim mi? Sen gözlerini ışıklardan öte tarafa, gidenlerin kırmızılarına kaptırmıştın. E hadi sizin yol biraz ilerliyordu da ters istikamet tam kilitti valla. Bu da mı bitti, şimdi ne var sırada peki hatırlamana engel olacak? Elbette reklamlar var. Kampanyalar var. Öyle deme, devir tutumluluk devri, kriz kapıda diyorlar; eh madem öyleyse hiç harcamasan daha iyi değil mi? O da bittiyse eğer, ağza takılan takıldığı halde bir türlü düşmeyen pop şarkılar var. Onlar bitmez zaten, oh kafa rahat. Amaan, yine saptık konudan, saptıkça da zorlaşacak hatırlaman. Hoş, hatırlayacağına dair inancım az ama bu kadar çabalamazdım hatırlamanı istemesem.

Sonra sonra sonra, tipi iyice arttı, yoksullar iyice üşüdü. Üşümekten utanmak ne demek yaşadın mı sen hiç güzel kız? Tamam, üşüdüğünde arkandan o yakışıklı patron slim fit pardesüsünü atmadı sana ama üşümekten hiç utanmadın sen. Gururla üşüyordun sen çünkü nihayetinde ısınabilecektin. Üşümekten utananlar o soğuk -yaşamak soğuğu- hiç geçmeyecek diye pek mahzun olurlar ya da bu soğuktan dolayı gözleri döner de para da para derler, bilir misin genç kız, anca dizilerde izle sen onları. Mevzu para olunca da etraf biraz ısındı, dur dur. O gün de öylece duruyordun zaten, babanın o kesikli farlar arasından sana yanaşmasını.

O anda ben gelmiştim aklına. Elini çantana atmış ve çok zorlanmadan bulmuştun beni arkadaşlarımla beraber. Bu bir son muydu yoksa bir başlangıç mıydı bilmiyordum. Önceki arkadaşlarım da bilmiyordu. Ne olursa olsun garip bir kutsiyet addediyorduk bu ana. Senin beni baştan çıkarıp sonra içimi açıp sonra dudaklarına doğru yaklaştırırken… hapşırmanı. Şimdi hatırladın değil mi? Hapşırıklar depremlere çok benzer, ikisi de sarsıcıdır, ikisinin de artçıları vardır ve ikisi de ölüme sebebiyet verebilir. Hah. Tamam işte, görüyorum ki şimdi hatırladın. Eee, diyeceksin, ben bu soğukta beklerken hapşırmışsam ne olmuş? Hapşırdığımda seni ağzıma götürdüysem n’olmuş, hayır yanlış bir şey mi yaptım diyeceksin hemen, savunma salvoları saçacaksın. Dur yahu, belki saldırmıyorumdur sana, dur. İşte, sen hapşırdıktan sonra beni geri katlayıp elinde tutmuştun baş aşağı, deminki sarsıntıdan dolayı zaten sarsılmış olan ben baş aşağı durunca iyice midem bulanmıştı. Midem olduğundan değil, sen anla diye, göğüs gerdiğim zorlukları düşünebil diye. Öylece durdum bir süre, hapşırıktan sonra nefes alışverişindeki hafif ritim kaymasını hissedebiliyordum. Ben öyleyimdir, çok hisliyimdir. Bir süre sonra bu da geçti, hapşırıktan bir anlığına tazıya dönmüş kalbin de sakinleşti. Bense bunları ugglarını ve tane tane kalınlaşan kar tabakasını izlerken duyumsadım. Bir süre geçti öylece. Sonra, yükseldiğimi hissettim, sanki bir lunapark oyuncağındaydım, ters tarafımdan yükseldim, yükseldim, yükseldim; sonra bir açılma, açılmayla gelen gerinme, hafifleme, esinti ve hafif bir üşüme ve sonra hışırtılı bir ses eşliğinde, sıcak sümüğünün içime yoğun yoğun yapışmasına maruz kalmak. Iyy, içim kalktı anlatırken. Kabul, bizim varoluş amaçlarımızdan biri de buydu, başımız üstüne; ama yine de garipseme beni. Sen minnacık örümcek görüp dehşetlerden dehşet beğenen bir kızsın; tiksinme eşiğin hayli düşük, anlamışsındır beni. Tabii bu ıslaklık başka şeyler de getiriyor, o buz gibi havada ıslanmak ne demek biliyor musun, buz kesildim hasta kız buz buz. Olsun, kaderde bu da varmış, biz bilmesek de alnımıza yazılı olandan kaçış yok. Baş üstüne derken söyleneni alına mı yazmakmış kast edilen, bunu düşünmek istedim şimdi nedense, sen de düşün güzel kız.

Ben böyle laklak ederken hikâyenin sonuna geldik. Sen hatırladın belki beni ama neden bu kadar laf ettiğimi anlamadın, neye bağlanacak ki bu diyorsun, yoksa bu o lunaparktaki oyuncaklar gibi sadece keyifli bir seyahat miydi diyorsun, durumunun vahameti karşısında hâlâ sıkkın ve bıkkın durabilmen de şaşırtıcı. Olayın ciddiyetinin farkında değilsin çünkü. Eee, diyorsun, tamam, sonra da işte babam geldi, ben arabaya bindim ve gittim diyorsun. Bunda ne buldun ki acaba diyorsun hecelerine ayıra ayıra, kaskatı bir sinirle; zaten hesap kitap başından aşkın, aşkın da bu drama da ne şimdi diyorsun. Şimdi ben deri koltuğumda arkam sana dönük, yalnızca tüttürdüğüm puronun dumanı görünüyor olsa; sonra koltuğumu yavaşça döndürsem sana doğru, kucağımda bir kedi ve desem ki: Bir zamanlar bir hapşırık ve bir kere sümkürmek için kullandığın, iyice kullanmadan yere atıp bıraktığın o fakir mendil var ya, şimdi o mendil, o mendil, o mendil… senden hesap soruyor. Diyorum da, al. Beni bir ağaçtan kestiler, sonra o ağacı daha çok kestiler, sonra sıvılara batırıp çıkardılar, katlayıp paketlediler, kilometrelerce yol gittik karanlıklar içinde, bir marketin ücra bir rafında günlerce bekledik durduk. Sonra sen geldin aldın bizi birkaç meteliğe, attın çantanın bir köşesine. Ve sen, ve sen, ve sen, sana varmak için katlandığımız bunca cefaya aldırmadan, beni basit bir sümkürük sonrası atıp gittin! Sen beni israf ettin! Bizden çok olması bizim değersiz olduğumuz anlamına gelmezdi ki. Sen bize değer bile atfetmedin, verdiğin para bir değer atfettiğin için değildi, yalnızca yapman gerekendi! İşte saf kız, bugün işte bu yüzden senin karşında senden hesap soruyorum. Ama görüyorum ki, verecek bir hesabın olduğunu dahi düşünmüyorsun. Bunu sana o gün sorabilseydim, aman be sanane derdin, paramla aldım seni ne yaparsam yaparım kimse bana karışamaz diye bağırırdın. Bak, kimse sana karışmadı; ama bak, hesap soruyor O şimdi. Bak ben sormuyorum ha, bana kalsa aman ya gafil saf bir kızcağızsın ne uğraşayım seninle; ama O uyarmıştı önceden, şimdi hesap sormasın da ne yapsın? Şimdi ağız büzüp bir anlık dalgınlıktı işte diyeceksin; ama ciddiyet dalgınlığa gelmez ki. Ah be kızım, vallahi ben duyduğum hicabı nefreti bıraktım da şimdi sana üzülüyorum; anlıyorum neden dağlar bile bu yükü üstlenmemiş diye, şükrediyorum yalnızca kaldırım kenarına atılmış bir mendilmişim diye. Allah yardımcın olsun.

Kategori:2018hikaye

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir