İçeriğe geç

Sonu, Başı

Kibir: Kendini beğenme, başkalarından üstün tutma, büyüklenme, benlik, gurur.

Yataktan kalkıyorum. Günaydınlar varlar. Günler hep aydındı zaten, bunun insanı delirtmesi gerekmiyor muydu? Hadi diyelim bugün delirmedin, hadi yarını da atlattın; peki yüz binlerce gün sonra ne yaparsın? Hep aydın bir gün, sabah sıcaklık yirmi iki derece, nem yüzde otuz yedide, tam da yine o anda o hafif meltem esiyor. Saati şaşmaz çünkü saati ayarlı.

Kitapları okuyorum; insanların farklı farklı günlere uyandıkları günlerden kitapları. Çok az vermişler. Yük, demişlerdi, az olmalıymış. Bakıyorum kitaplardaki insanlara; aman diyorum bu nasıl yaşamaktır? Ezelî soruyu ebedî döngümün içinde sorarak haddimi aşıyorum: Bu yaşamak mıdır? Bir de şöyle sorayım: Yaşamak, bu mu?

Günaydınlardan sonra kahvaltılar varlar. Kahvaltılar da hep aynılar. Bir şişe peltemsi bir sıvı. Asgari gereksinimlerin hepsini içeren ideal bir öğün. Tadı hep aynı, çünkü hep aynı şekilde üretiliyor.

Kahvaltılardan sonra geri uyumaklar varlar. Özel bir yatakta, o özel günü bekliyorum. Bu geri uyumaklarda unutmamam gerekenler tekrar ediliyorlar. Unutmamam gerekenler arasında adım, adlar, amaç ve mesaj varlar. Her bir uyumaklar beş yüz bin saat on iki dakika otuz saniye sürüyorlar. Her bir uyumaklar aynılar. Uyumakta tekrar edilen kelimeler neden az? O kitaplarda çok daha fazla var; ama yatakta söylemiyorlar. Neyse ki elimde küçük bir sözlük var. İlk okuduğum kitabın ilk bilmediğim kelimesini unutmam: Acı. Cümlede şöyle kullanılıyordu: “Ne çok acı var.” Acı, sözlüğe göre şu demekti: Bazı maddelerin dilde bıraktığı yakıcı duyu, tatlı karşıtı. Ama yakıcı neydi? Yakıcı: Yakma özelliği olan, yakan. Yakma neydi? Yakma: Yakmak işi. Yakmak neydi? Yakmak: Yanmasını sağlamak veya yanmasına yol açmak, tutuşturmak. Yanmak neydi? Yanmak: Isı ve ışık yayarak kül durumuna geçip yok olmak. Daha fazla bilmediğim kelimelere bulaşmadan anladım ki acı şu demekti: Bazı maddelerin dilde bıraktığı, ısı ve ışık yayarak kül durumuna geçiren duyu, tatlı karşıtı. Yani küle çeviren bir duyuymuş acı. Meğerse dünyada çok acı var derken yazar dünyada küle çeviren çok şey varmış diyormuş. Dünya çok yakıcıymış meğer. Şimdi ne kadar uzak kim bilir. Ben bilmem, hiç gitmedim dünyaya.

Böyle böyle, ağırdan ağırdan, uyumakların arasında ilerlettim dağarcığımı, dağarcık kelimesini öğrenecek kadar. Öğrendim öğrenmesine; ama anlayamadım. Evet, artık kendimi ifade etmek için daha fazla kelime kullanabiliyor olabilirim; ama galiba kelimeler yaşanmışlık taşımadıkça anlamlarını sırtlanmam mümkün olmayacaktı. Hiç anlamadıklarım da oldu. Sırayla şunlar: Karanlık, ölüm, hırs, kutsal, aşk, kibir, yasak, korku. Bunları bir türlü hayal edemiyorum; hayal kelimesini dahi anlamış olmama rağmen. Bunları bir gün anlayacak mıydım? Bunları belki de anlamamam gerekiyordu. Ama diretiyordum.

Günün -ne günse- ilk uyumakı bittikten sonra bu defa tünaydınlar varlar. Güneş tam tepede -ama tam, çünkü ayarlı- ve yeni şişem hazır. Bu şişeyi de içiyorum. Sonra yine uyumaklar. Yine adım, adlar, amacımız ve mesajımız varlar. Amaç ve mesaj saçma sapan kelimelerden ibaret, sözlüklerde bile bulamadım. Amacı ve mesajı karşılaşmada söyleyeceğim söyleniyor. Bir fikir var ve o fikir hakkında hiçbir fikrim yok.

Kaç gün geçti böyle bilmiyorum. Kaç gün geçtiğinin bir önemi olmadığından değil, bana hatırlatılanlar hariç unutmaya meyilli olduğum için. Bir gündü; ama sadece bir gündü ve ben uyumaklardan kaçtım. Şişemi içtikten sonra kaçtım. Bir süre gittim, sonra arkamı döndüm. Fark ettim ki arkama döner dönmez, ne kadar uzaklaşırsam uzaklaşayım yatağımın yanı başına dönüveriyorum. Böyle olunca, arkama bakmadan uzaklaşmaya karar verdim. Uzaklaşıp uzaklaşmadığımı bilmeden gidecektim. Yorulana kadar bir şey bulamazsam, o zaman arkama dönecektim ve şıp diye yatağıma dönüp uyumak yapacaktım. Ama en azından bir kere olsun fikrin dışına çıkacaktım. Sonra geri dönebilirdim. Miydim?

Çok gittim ve bittim. Her adımda sanki yere biraz daha gömülüverdim. Bataklık: Çok derin olmayan sularla örtülü bölge, aynaz, azmak. Yine de arkama bakmadım. Yürüdüm ve çok devam ettim. O kadar devam etmek isteğim var ki, hatırlamakları dahi yapmadım. Hırs: Sonu gelmeyen istek, aşırı tutku. Devam etmek sonsuza kadar sürecektiyse, sonsuza varmak için hırsla ilerlemeliydim.

Ben hatırlamakları ne kadar unuttuğumu kontrol etmedim ama bir şey ediyormuş. Hatırlamaklarımı tamamen unuttuğumda bir insan gördüm uzakta. Ya da, bir insan gördüğümde uzakta, hatırlamaklarımı tamamen unuttum. Yaklaştım. Yaklaştım git gide insana. Vardım ve şaşırdım.

Âdem, dedi bana; Havva, dedim ona.

Meğer onu bulmam için her şeyi unutmam gerekiyormuş. Meğer ona varmam için arkama bakmamam gerekiyormuş. Meğer onda kaybolmam için Adem’de vücut bulmam gerekiyormuş. Meğer ondan utanmam için kendimden geçmem gerekiyormuş. Ondan geçen her cümle aynı öze varıyormuş. Ben her şeyi unutmuştum; ama biliyorlardı ki mesaj diye dinlettikleri kelime Havva idi. Eğer mesajım Havva idiyse -biz kimdik ki- amaç neydi? Unutmuştum. O da.

Korktum. Oturduk. Oturunca fark ettik birbirimizi teskin etmek ister gibi birbirimizin ellerini yumuşak ve titrek bir emniyetle tuttuğumuzu. Birbirimizin gözlerine bakıyorduk. Ben ilk defa gözler görmüştüm. Göz: Görme organı, basar. Onun gözlerini ve onun gözlerinde.

Görmesem gözlerinde görmeden görmezdim gözlerimle renk.

Görmesem gözlerimi gözlerinde görmezdim gözlerim ne renk.

Şiir: Bilmediklerimizi sezgi yoluyla öğreten ve manalarını omzumuza yükleyen. Kocamandı gözbebeklerimiz. Benim mavi, onun yeşil gözleri. Sözleri, sadece Adem’i… Unutmak birbirimizi birbirimize bulduran ve bizi birbirimizden utandıran. Bilemedim kaç gün geçti. Kaç gün geçtiğinin bir önemi olmadığından değil, elimi hiç bırakmadığı için. Düşünmek istiyordum; ama her şeyi unutmuş bir şekilde düşünmek mümkün değildi. En sonunda nasıl yaptım bilmiyorum ama ayağa kalktım ve Havva da kalktı. Anlamsız hareketler yaptım; çünkü anlamın olması için onları bağdaştırabileceğim kelimeler olmalıydı. Havva ne yaparsam yapayım elimi bırakmadı. Ben ne yaparsam yapayım onun elini bırakmazdım. Sonra hareketlerimin biri arkama dönmemle neticelendi. Arkamı dönmemle yatağımın ve boş şişemin yanına dönmem bir oldu. Havva elimi bırakmadığı için o da yanımda idi. Havva kendi arkasını dönmediği için hatırlamıyordu hâlâ. Dönmemizle amacı hatırladım -çünkü çok kısa- ve kendimce saçma sapan kelimeler söyledim.

Havva anlamıyordu.

Ben ona saatlerce tekrar ettim ve ümit ettim ezberlesin diye. Sonra gelip Havva’nın elini tuttum. Kendi arkama dönerek Havva’nın da arkasını dönmesini sağladım. Havva’nın yerine döndük böylece, benimkiyle benzer: Bir yatak ve boş bir şişe. Bu defa Havva hatırladı amacı. Söyledi. Sözleri ve dediklerinden bir şey anlamaz gözleri kalbimi okşarken ağzından dökülenler şunlardı: Amacımız başlamak. Kutsal: Güçlü bir dinî saygı uyandıran veya uyandırması gereken, kutsi, mukaddes.

Bunu demesiyle büyük bir sarsıntı oluyor. Gözlerimizin önünde, Havva’nın yatağının yanı başından, koca bir ağaç yükseliveriyor. Ağaç, gövdesine kenetlenmiş dallarını göğe doğru hışımla açıyor. Öksürüyor ağaç, bağırıyor, sanki sinirli. Ağacın yapraksız ama koca dallarının gölgesi altında kalıyoruz. Karanlık: Işık olmama durumu. Bu gölgeliğin tam ortasında, ağacın gövdesine kazınmış bir kırmızılık görüyoruz. Yavaşça, cahilane, yürüyoruz kırmızılığa. Yaklaşınca onun bir meyve olduğunu anlıyoruz, kendi dillerimizde. Havva elini uzatıyor. Elini tutuyorum ben.

Başlamak: Elini tutmak.

Yasak: Bir işin yapılmasına karşı olan yasal veya yasa dışı engel, memnuiyet.

Havva duruyor. Havva gözleriyle bana bakıyor. Havva’nın gözleri meyvenin rengine bürünmüş, dişleri meyvenin iştahıyla sivrilmiş. Havva’ya amacımız diye söylenen şeyi söylemekten başka bir şey söyleyemiyorum; belki o amaç onu durdurur diye. Ben amacımızı söyledikçe o daha da heyecanlanıyor ve meyveye uzatıyor elini benim her seferinde ona mani olmama rağmen. Sonra öyle bir güçle kavrıyor ki meyveyi, meyve sökülüyor ağacın gövdesinden. Ağaç inliyor. Ağacın inlemesi var olmayan vadilerde yankılanıp geri dönüyor. Ağaç ağlıyor. Korkuyorum, çok. Korku: Bir tehlike veya tehlike düşüncesi karşısında duyulan kaygı, üzüntü. Havva’ya yapma diyen gözlerle bakıyorum; ama aynı dili konuşmuyoruz. Havva meyveyi ısırıyor.

Ölüm: Bir insan, bir hayvan veya bitkide hayatın tam ve kesin olarak sona ermesi, ahiret yolculuğu, ebedî uyku, emrihak, irtihal, memat, mevt, vefat.

Havva yere düşüyor. Nefessiz. Ben bilmediğim kelimeleri öğrendiğimi fark ediyorum. Ve bilmediğimi o an fark ettiğim yeni bir kelime dökülüyor yüzümden. Gözyaşı: Gözyaşı bezlerinin salgıladığı, bazı etkilerle akan duru sıvı damlacıklarından her biri, yaş. Havva’nın düştüğü yerde bir gül bitiyor. Gül bittikten sonra etrafımızdaki yeşillik sönmeye başlıyor; parça parça kayboluyor. Yerini kara toprağa bırakıyor. Ağaç toprağa geri giriyor. Toprak çatırdıyor. Karanlıksa, bitmiyor.

Uyandığımda uyuduğumu hatırladım. Sonra Havva vardı, kollarımda, o da uyandı. Bana benim anlayacağım dilde konuştu: Amaç bitirmekti diyor. Onu anlamanın sevinci içindeyim. Bitirmek: Meyveyi yemek. Demek ben bunu diyormuşum diyorum kendi kendime ve sonra Havva’nın söylediğini Havva’ya söylüyorum: Amaç, elini tutmaktı.

Dibimizde siyah ve küçük bir uzay gemisi. Kenarında SONUMUT23 yazıyor. Son umutsa nasıl 23 olabilir diye düşünemiyorum şaşkınlıktan. Havva hariç, onun gözleri ve onun gözlerinde gördüğüm gözlerim hariç, öncesindeki her şey sanalmış. Geminin içinde iki adet kapsül var anca sığabildiğimiz ve baş taraflarında da birer kask; onları görür görmez o kendini tekrar eden günlerde kafamdaki ağırlığın sebebini de anlıyorum.

Uzay gemisi vahyedermiş gibi konuşuyor. Anlattığı şunlar: Burası yeni bir gezegen. Yalnızca biz ikimiziz. Önceki dünyamızı berbat ettik. Onlar ölecekti; son umutları bizdik. Aslında, bizim haricimizde, elli tane daha. Fikir, eskisini sonlandırıp yenisine çok uzaklarda başlamaktı. Atalarımızın geliştirdiklerini unutmamak için anlaşılmaz şeyleri tekrar ettik (ettirildik). Onların geliştirdikleri kelimelere yer açmak için insanın kelimelerini unutuverdik. Unutunca tekrar bilmek istedik. Hatırlayınca, tekrar ettiklerimizi unutuverdik. Hatırlayınca, öncekini sonlandırmak, sonrakine başlamak için; atalarımızdan duyduğumuza benzer şeyler yaptık ettik (ettirildik). Ettirildik çünkü aynı deneyimsizlikle başlayabilmek için aynı hataları yapma cüretini gösterebilmeliydik. Unutmak adımını atabilmek için insanlığımızı ispat etmeli, adım atıp cüzî irademizi tatbik edebilmeliydik. Kibirle hikâyeyi başlatabilirdik. Böylece devamlılığı temin edebilirdik. Sonu, başı idi. Böylece bunun da sonu aynı olur ve yeni SONUMUTLAR ile neslimiz böylece sürüp gidebilirdi. Miydi?

Not: Kelimelerin sözlük anlamları Türk Dil Kurumu internet sitesindeki Güncel Türkçe Sözlük’ten alınmıştır.

Kategori:2018hikaye

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir