İçeriğe geç

On Fakir

On

Metro istasyonunun çıkışında gördü onu. Tiftiklenmiş şalı arasından görünen lekeli siyah penyesi, altında çiçek desenli şalvarıyla ve çiçek desenli baş örtüsüyle. Ve boşluğa uzanmış, kaba, esmer elleriyle. Cebinde hazırda tuttuğu parayı yokladı. Adımları kendisi fark etmeden hızlandı. Uzun süre planlandığı izlenimi veren bir hareketle parayı yerdeki poşete bıraktı. Paraya baktı kadın, gözleri parladı, Allah razı olsun dedi hemen, Allah ne muradın varsa versin dedi sonra ve en son da Allah tuttuğunu altın etsin dedi. Oysa hiçbirini duymamışçasına uzaklaşmıştı.

Dokuz

Bir cuma çıkışıydı. Çıkmadan önce cüzdanını açıp baktı para durumuna. Yirmilik vardı bir tane, onun dışında da bir onluk. Kırk lirayla başlamıştı aslında, bunu bozmak istemiyordu; ama fırsatı kaçırmak da istemiyordu. Biraz avluda durdu birini bekliyormuş gibi, bu esnada gözüne bir dilenci kestirmeye çalıştı. Allah’ım, dedi, hangisi en muhtaçtır içlerinden? Üç tanesinin kucağında birer bebek vardı; birininse çocuğu biraz daha büyükçeydi; annesinin elini tutmuş, onun söylediklerini tekrar ediyordu. İlgisi nedense bu çocukta toplanmıştı, gidip ona vermeyi düşündü. Sonra çocuğa verilir mi ki diye şüpheye düşüp vazgeçti. Sonra bir başkası ilişti gözüne, bir amca. Bu soğuk havada, avlunun dışında, kartondan seccadesinin üstünde bağdaş kurmuş, önünde birkaç paket mendil, birkaç paket maske, birkaç örme takke ve birkaç da tesbih. Eprimiş takkesi başında, kirli maskesi ağzında, elinde de sattıklarına benzeyen bir tesbih, yüzüyse hep aşağıda. Bulmuştu. Eli cebinde, parayı sıkı sıkı tutmuş, onu mahcup etmeden nasıl veririm endişesi sinmişti adımlarına. Geçen seferki gibi aceleyle bıraktı parayı poşete. İsabet ettiremediği paraya ağır ağır uzanan amcayı görebildi hızla geçip giderken. Ağlayacak gibi hissetti, arkasını dönememekten dolayı hicap duydu, bütün duyduklarını duymazdan gelip yutkundu, işinin yolunu tuttu.

Sekiz

Başka nerede bulabilirdi ki fakir bir insan? Bir dahaki cumayı mı bekleyecekti? Ya da öbür namaz vakitlerinde kalabalık camilere mi gitse, orada illaki dilenci bulunur. Evine gelen temizlikçi peki? Yok, olmaz. Sen bizi temizlikçi diye fakir mi belledin dese kadın? Kıpkızarırdı da kalırdı, bir daha temizliğe de çağıramazdı. Hem pek bir muhabbetleri olmamıştı ki. Yarım günde temizleyip gidiyordu bir artı bir evini. Arada ütüye kalırdı bir de. Kendisi dönmeden çekip giderdi. Ücretini zarfa koyardı eskiden, sırf onun için zarf almaktan bıktığı için havale yapıyordu bir süredir. Şimdi yine bir havale yapsa, kendinize veya etrafınızdaki bir fakire verseniz dese… Güvenilir mi ki kadın? Hoş, verdiği kırk liracık, öyle büyük bir para değil ki. Fakir misiniz acaba dese mi, benim sadaka vermem lazım… Yok yok, işkillendirmemeli kadını şimdi, korkar filan. En iyisi şu istasyondaki kadına vermekti yine.

Kadın onu unutmamış. Allah razı olsun evladım diyor, herkes birkaç kuruş atarken diyor, senin gibi bir genç diyor… Böyle konuşunca bir süre durmak gerekiyor, o hızlı kaçış kabil olmuyor. Göz göze gelmek istemiyor kadınla, gelemiyor. Sağ olun diyor soğukça, kadına bakamadan, bir sağa bir sola çevirip başını hafifçe; bir yandan da bu yaptığıyla onu incitmemeye çalışarak. Artık bu çıkıştan çıkamam diye düşünüyor, nasıl geçip gidilir ki para vermeden?

Yedi

Bir sonraki cuma geldiğinde tek tek vermenin zorluğunun farkına varmıştı; bu yüzden cebine altı adet yirmi liradan üç kişilik kefaret parası katlamıştı. Amca yoktu bu sefer, o da geçen cumada da gördüğü bebekli kadınlara verdi paraları. Pek utanmadı verirken, kendini etraftaki kalabalığa karışmış hissediyordu. Paraları atar atmaz gözleri parladı kadınların, Allah razı olsun abimler kalabalığı kaybolunabilir kılan uğultuyu yardı. Çocuğu büyükçe olan öbür dilenci duaların açtığı yarığı fark edince yanına geldiler koşarak: Abim bize de bir yardım etsen, bak çocuğum var abim okul çağında anaokuluna gönderemiyorum en azından biraz yardım etsen sıcak bir çorba geçse boğazından, Allah rızası için abim, çokta gözümüz yok abim, birkaç kuruş da atsan yeter, bozuğun yok mu be abim, abi Allah rızası için bize de ver onlar bebekli diye mi verdin bak ben de çok büyük değilim onlardan beş buçuk yaşındayım abi biz de fakiriz biz de açız Allah rızası için Allah tuttuğunu altın etsin… Eh, dayanamadı, bozuğu da yoktu, verdi mecbur yüz lirayı.

Üç

Sonra düşündü de, fitre bedeli yirmi sekiz liraydı, bu verdiği yüz lira aslında bir değil üç tam kefaret bedeli ederdi. Kırk lira düşünürse etmiyordu; yirmi sekiz varsaysa iyi olurdu. İki tane daha düşecekti.

Bir

Son bir tane kalmıştı. Bulurum ona da birini dedi. Sonraki cumada muhtemelen. Uzun süredir uğramadığı çıkıştan çıksa metroda, oradaki kadına verse son kırk lirayı ve bitse bu işkence… Gitti oraya; ama kadın yoktu. Biraz merak etti; bir yandan da sevindi kadının yokluğuna. Artık eski çıkışından çıkabilirdi.

On Bir

Allah’ım ne yaptım ben demeliydi belki; ama demedi. İçindeki hüznün tarifi olsaydı, pişmanlıktan çok asabiyet barındırırdı zira. Nasıl dese ki, kimseye diyememişti ki zaten. Nasıl başladığını hatırlıyor olmak, asla bitmeyeceğinin deliliydi. Sıkıntıdan başlamıştı. Hem kaderi ne kadar farklı olabilirdi ki… Babası, amcası, teyzesi, ağabeyi sigara içerken o ne müddet uzak durabilirdi ki? Oysaki, ne gariptir ki, onların yanında, onların yüzünden başlamamıştı sigaraya. Hayır, onlardan uzakta, büyük bir şehirde, küçük bir düzene sıkışmışken başlamıştı. İş arkadaşlarının zoruyla filan da değildi. Bir gün, birkaç şey almıştı marketten, kasada bekliyordu. Önündeki kadın “Bir de…” diye başlayarak dört paket sigara istemişti. Kasiyer de dolabı açıp çıkarmıştı sigaraları. Alelade bir olaydı, ona acayip gelmesine rağmen. Annesinin sürekli kötülediği, babaannesinin ölümüne sebep olan sigara, bu kadar kolayca alınabilen bir şeydi. Kendisinin de alabileceği. Bu fark edişin hemen akabinde, elinde babasının içtiği sigaradan bir paketle bulmuştu kendisini market çıkışında.

Şimdiyse, tam da yemininin kefaretini bitirmek üzereyken ve bir daha içmeyeceğine de yemin etmişken, elinde yine sigara vardı; dumanı gecenin boşluğuna, külleri kalbinin derinliklerine süzülüyordu. Can sıkıntısından içmedim en azından, diye düşündü; babaannesinin vefatı tazeydi, ona üzülmüştü; yani ona üzülmemişti de, sıkıntısını katlamıştı bu. Artan dolar kuru, bir başınalık, trafik, ölüm hakikatiyle beraber gelen bir iç kararması, iş güç sıkıntısı, uykusuzluk, uyuşukluk… Hayatı anlamsız bulacak kadar imansız değildi de, hayat da… bu kadardı işte. Uyu, uyan, çalış, yemek ye, oyalan… Arada cumalar, Ramazanlar, bayramlar ve en sonunda bir cenaze namazı. İşte bu kadar. İşte bu kadarsa, bari bir şeyler olsun. Renk gelsin. Dumandan mı? Duman değil ki mesele. Tatmin işte. Diyorlardı. Tatmin. Neyse ne, dedi içinden, mühim olan şu ki, yeminimi bozdum. On fakir daha eklendi kefaret listeme.

İnsanlara gidip vermekten usanç duyuyordu; mahcubiyete bulanmış bir usanç. Kefaret vermenin kendini suçlu hissettiren yanından ziyade, kendini mahcup hissettiren yanına karşıydı bu usancı. Kolay bir çıkış yolu düşündüren de bu oldu. Aklına yardım dernekleri geldi, kefaret kabul edenler de olabilirdi. Büyük bir hevesle aradı telefonunda. Buldu da. Online bağış. Sepete ekle. Ödemeniz vakfımıza ulaşmıştır, teşekkür ederiz. İki dakika sürmüştü belki. Oh dedi, çok şükür. Neden düşünemedim bunu? Üç yüz sekiz Türk Lirası. Bir tane daha sigara yaktı üzerine. Sonra bir tane daha. Hazır henüz yine yemin etmemişken.

Sıfır

Her şeyin başladığı o günde, eve girip kapıyı kapattığında, içinde taşan bir şeyler hissetmişti. Mahrem bölgedeydi, kimsenin girmediği bir artı bir dairesi ona istediğini yapma hakkını sunuyordu. Bir bakıma kendini deneme alanı gibiydi, gerçek hayatta yapmayacağı şeylere mahsus. Paketi çıkardı poşetten, baktı uzunca. Pakete baktıkça, lise çağlarında sıkışıp kaldığını sandığı kendisi yirmi yaş birden attı. Bir baba gibi hissediyordu, babası gibi hatta; büyümüştü işte, yetişkindi. İradesinden sual olunmayacaktı. Aldığı kararlar tartışılacak olursa demir yumruğunu masaya vuracak ve bütün sesler son bulacaktı. Üzerine bir de sigara yakacaktı ki otoritesi perçinlensin, dosta güven düşmana korku versin. Bu büyümüşlük hissi ona dikenli bir kudret verdi. Bu kudreti merak ettiği o mereti denemekte kullandı. İtiraz eden olmadı. Öksürüklerle dolu bir deneyim oldu. Söndürüp çöpe attı sigarayı. Ne aptallık, diye güldü içinden.

Paketi atmamıştı.

Daha doğrusu, yapmacık bir dalgınlıkla tezgâhın bir köşesine savurmuştu. Sonra soyunup dökünmüş, yemek yemiş, bulaşıkları makineye dizmiş ve sonra gözü tekrar ilişmişti pakete. İlki sayılmazdı, tekrar deneyecekti. Yani, diye düşündü, doğru dürüst bir içeyim de şunu, o zaman anlarım ne olduğunu. Verdiğim paraya değsin. İkinci denemesinde, yine ilk başlarda öksürük olsa da, kendi açısından büyük gelişme kaydetti. Bitirebilince bir güven geldi içine, bir coşku hatta. Bir şeyi başarabilmişlik. Bir daha deneyeceğim dedi, bir tane daha çıkarıp yaktı. Babasını düşündü biraz, ağabeyini filan; onların nasıl içtiğini hayal etmeye çalıştı. Ama bu sonuncu fazla geldi, yarısında söndürüp attı. İçi sıkıldı, midesi bulandı, kusacak kadar oldu; ağlayacak gibi de. Ne kustu ne de ağladı.

Paketi atmamıştı.

Ertesi gün pek düşünmemişti sigarayı. Sadece, sabahleyin, kimse anlamasın diye, dişlerini uzun süre fırçalamıştı. Günse aynıydı. Sigara içti diye tersine dönmemişti işleri. Cüretini artırıcı mükemmel bir sıradanlık. Akşamında deneme motivasyonu öksürmeden içip içemeyeceğiydi. İçti. Bu kadar kolay mıymış sigara içmek dedi kendi kendine hatta. Söndürdükten sonra da, neyse ya, denemiş oldum işte demişti, saçma sapan bir şeymiş.

Paketi atmamıştı.

Ertesi akşam paketi atsam mı diye bir bakmıştı. İlk o vakit içine bir arzu düştüğünü hissetmişti. Atmak istemediğinde. Bitireyim bu paketi demişti, “bu paketi” diyerek ilerisinin olmayacağını kendine telkin edip paketi bitirecek olmasını makul göstermek istemişti. Sigaranın kendisinden bir haz duyduğu yoktu, içebiliyor olmaktandı duyduğu haz. Bu hazla o akşam ikinciyi de içmişti, vay be demişti, iki tane ha demişti, gülmüştü içinden, yaramaz bir çocuk nasıl gülerse.

Paketi atmamıştı.

Sonraki akşamlar da ikişer tane içip paketi bitirdiğinde, neyse, demişti, böyle bir parantez oldu hayatımda, daha da içmem.

Paketi atmıştı.

On

Annesi nasıl da hüngür hüngür ağlamıştı öğrenince. Ah sen de mi, demişti. Evine öte beri getirmek için uğradığında, çöp poşetinde görmüştü paketi. Kendini çırılçıplak hissetmişti sırrı ortaya çıkınca, bir cennetteydiyse oradan kovulmuş gibi, artık bir daha asla o cennete giremeyecekmiş gibi. Yok anne demişti, düşündüğün gibi değil demişti, sadece denedim demişti, anne ağlama-

Bırakmazsan hakkımı helal etmem demişti annesi de.

Neden içiyorsun dememişti. Nedir bu hâlin, bir derdin mi var dememişti. Annelerin her zaman yaptığı gibi, var güçleriyle sorunu en kestirme yoldan çözmek istemişti. Bütün lekeleri sarı bezle silerdi de, deterjanın beyazlatıcı etkisiyle halıdaki leke tamamen çıkmış görünürdü ya; ama aslında leke asla tamamen gitmezdi de, bu da zamanla ortaya çıkardı ya…

O da ne yapsın, kıyamamıştı annesine, kızamamıştı neden diye sormayışına, sadece bir yemin etmişti. Yemin ediyorum anne demişti, vallahi bir daha ağzıma almayacağım.

Ama almıştı.

Sorsaydı annesi, neden oğlum diye. Bir hüzün oyulmuştu yüreğine. Onulamayan bir şeydi. Yetişkinlik. Ben öyle değilim aslında diyemeyecek kadar yaşlanmış olmaklık. Ben öyle biri değilim diyememenin, ben öyle biriyim deme mecburiyetinin hüznü. Anne, diyememişti, ben o el bebek gül bebek büyüttüğün çocuk olmaktan uzağım. İçimde karanlıklar var anne diyememişti. Neden içiyorum bilmiyorum; ama neden bunca vakit içmediğimi de. Tüm bunları sigaradan derin bir nefese hapsedip, kanından bütün vücuduna göndermekte bulmuştu avuntuyu. Bundan sonrası ne olur bilmiyordu; ama bildiği tek şey, kefaretini ödemesi gerektiğiydi.

Metro istasyonunun çıkışında gördü onu. Tiftiklenmiş şalı arasından görünen lekeli siyah penyesi, altında çiçek desenli şalvarıyla ve çiçek desenli baş örtüsüyle. Ve boşluğa uzanmış, kaba, esmer elleriyle.

Kategori:2022hikaye

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir