Sena,
Sana bu isminle hitap etmeyi tercih etmemin sebebini bu mektubu okuyunca anlayacaksın. Uzatmadan konuya gireceğim, zira aslında çok uzun zaman önce söylemem gerekiyordu bunu. Sena, ben seni seviyorum. Hayal edemeyeceğin kadar çok hem de. Bu mektubu burada bitirmeli belki de. Öncesinde ve sonrasında olanların bir önemi var mı ki sen bunu okuduktan sonra… Ama ben tutamam ki kendimi artık. Sana seni sevdiğimi söylemeyi içimde o kadar tuttum ki, şimdi ölene kadar konuşmak istiyorum bunun hakkında. Böylesine coşkun bir aşkın başlangıç noktasını merak ediyor musun mesela? İlk görüşte sana tutulduğumu düşündün belki de. Zamanda geri gidip seni ilk gördüğüm anda sana âşık olmayı ne kadar isterdim bilemezsin; ama öyle olmadı. Sen, en nihayetinde, bir iş arkadaşı olarak girdin hayatıma. Çalışırken belli bir miktar samimiyet ve sonra iş bitince de hiçbir şey olmamış gibi çekip gitmekti bizimkisi. Yani dünyada çalışan milyarlarca insan nasıl çalışıyorsa öyleydi. Sonra o milyarlarca insanın küçük bir kısmına nasip olan o aşk doğdu zamanla.
Kayıtlara geçmemiş olsaydı, sana dair ilk kıvılcımların ne zaman çaktığını hatırlamazdım belki de. Hatırlıyor musun, şey vardı, uyuşturucu taciri, Deli Veli, kıstırmıştık bir otelde onu. Sonra Deli Veli üst kattaki süit odalardan birine dalmıştı, içeride de İngiliz diplomat vardı. Orada diplomatı kurtarayım derken ölümüne sebep olmuştum da sonra sen suç üstüme kalmasın diye her şeyi örtbas etmiştin ya… Hani sonra o sahnede Deli Veli ateş etmişti de sen vurulmayayım diye üzerime atlamıştın ya… O zaman bir şeyler hissettim. Yakın temastan belki de. Kısacık bir an yetmişti o düğümün atılmasına. Yönetmen kestik deyince sönmüştü o kıvılcım. Sahneyi baştan alsak da o ilk andaki kıvılcım gelmemişti bir daha. O bir anlık his, tekrarın yapaylığında kaybolup gitmişti. Yine de o gün bir şeyler olmuştu işte.
Sonrasını sen de biliyorsun az çok. #TekSen etiketinden bahsediyorum. Bizi çok yakıştıran dizi hayranlarından. Dizinin belki de beş dakikası etmeyecek olan sahnelerden ekran görüntüleri alıp filtrelerle yazılarla süslediler Sena. Ben de bakakaldım onlara. Baktıkça kıvılcımlar arttı içimdeki Sena. Partner bile değildik ki biz, hikâye gereği denk gelmişti öyle sadece. Sen benden bir kademe üstte bir yan rol, bense yan rolün yan rolü zaten… Ama bunca ilgiyi gören senarist durur mu, durmadı Sena, üzerimize oynamaya başladı. Beni sana bir sırla düğümledikten sonra birkaç bölüme kalmadan seni de bana düğümledi. Seni bir gece bir gaspçıdan kurtardığımı sandığım sahnede, senin ekipteki köstebek olduğunu ve gaspçı sandığım adamın da istihbarat sızdırdığın ajan olduğunu anlayınca… Tamam, sonra senaristin seni bir kurban gibi göstermesi, ölüm tehdidi sebebiyle mecburen yaptığını söyletmesi biraz saçmaydı; ama senin oyunculuğunla oldukça ikna edici olmuştu. İnanmıştım ben de. Orada bana sarıldığın sahne vardı ya, hüngür hüngür ağladığın… Sonra Boğaz kenarında dertleşmemiz, kafanı omzuma dayaman… İşte oralarda kıvılcımlar aşka dönüştü Sena. Set gece üçte bitti ama şikâyet etmedim. Her sarılman, her başını omzuma koymanla git gide harlanan bir hayal döşendi zihnimde, yönetmenin kestik diyerek bitirdiği. O kestik deyince, omzuma huzurla başını dayamış olan sen, bütün o yaşanmışlığa bir anda yabancılaşıp, çabucak benden uzaklaşıyordun. Gidip başroldeki o uyuz başkomiser Orkun’un yanında alıyordun soluğu, Ozan’ın daha doğrusu. Instagram’a koymak için onunla şapşal şapşal video ve fotoğraf çekmenden nefret ediyordum. Herkesin gördüğünü ben de görüyordum, düpedüz onunla bir ilişkin olsun istiyordun. Olsun da o Ozan’ın şöhretini basamak yapıp yükselesin istiyordun. Ozan’ı sevdiğini bir an olsun bile düşünmedim, tek isteğinin yan rollerden kurtulmak olduğu belliydi. Ne diyeyim, hak da veriyordum. Kim başrol olmak istemez ki? Hatta şöyle karı-koca bir dizinin başrolünde oynasanız, değme gitsin. Anlıyordum seni Sena; ama seni böylesine severken kabullenmemi bekleme.
Daha sonra aşkımız iyice alev aldı. Birkaç çığırtkan hayranın basit bir etiket çalışması diziyi tamamen değiştirdi. Sahne süremiz ve maaşlarımız arttı, bizim hikâye dallanıp budaklandı. Bana beni sevdiğini söylediğin sahne geldi sonra. Senarist de ciğerime işlesin diye öyle bir sahne yazmıştı ki… Sen de bu şöhret dalgasının zirvesine varmak için öyle bir oynamıştın ki… Benim rol yapmama gerek mi vardı zaten, doğaçlama yaptığımda yönetmen kızmak yerine aferin bile demişti hatta. Ben o gece bana karşı bir şeyler hissediyorsun sanmıştım, biliyor musun? O kadar iyi oynamıştın ki, hem o sahne çekilirken Orkun da olmadığından kaçıp gitmemiştin yönetmen kestik deyince. O gece ikimizin fotoğrafını bile paylaşmıştın hatta Instagram’da. Benimle muhabbet etmiştin, bak sen şu işe sevgili olduk iyi mi demiştin gülerek. Umarsızca söyleyivermiştin, bu da hiç hesapta yoktu der gibi. Olsun, bu da yetmişti bana.
Bu güzelim sahneyi takip eden şapşal âşık sahneleri durumu kolaylaştırmadı benim için gerçek hayatta. Bu aşkı gerçek dünyaya çekmek için çok uğraştım, senin taktiklerini bile kullanmaya çalıştım Sena. Gelip yanına bir story atalım mı dedim mesela; ama Ozan’ın yanında ağzın gözün sulanırken bana kibarca olur demekle ve telefonuma soğuk bir poz vermekle yetindin. Böyle olunca elim kolum bağlandı, sonra Ozan geldi de sen ona kaçtın yine. Elimi yumru yapıp aşkımı kalbime tıkıştırmaktan başka yol bırakmadın bana Sena. Neyse ki çekim başlar başlamaz o tıkıştırdıklarımı dışarı çıkarıyor, seninle hayalini kurduğum ilişkiyi sürdürüyordum. Bir bakıma dizide rol yapmayı bırakıp, gerçek hayatta rol yapmaya başlamıştım. Olsun, diyordum içimden, bu aşkı yalandan da olsa yaşayabiliyordum ya, daha ne isteyebilirdim ki? Hem biliyordum, sen aslında Sena gibi biri değildin ki. Sana âşıktım; ama sen Sena değildin ki. Bengü’ydün sen. Bense Birol. #TekSen olsan yetecekti bana; ama #BirBen vardım gerçek hayatta.
Sana olan sevgim kadar senariste de öfkem var biliyor musun? Beni bu imkânsız aşkın içine hapsettiği yetmiyormuş gibi, zorlu sınamalardan da geçirdi sürekli. Seninle yaşadıklarımın senaristin yazdıklarına bağlı olması içimi acıtıyordu; o kalemi elime alıp bir şeyler yazmayı ne kadar isterdim oysaki… Her hafta hevesle senaryoyu elime alıp seninle romantik bir sahnemiz var mı diye aranıyordum. Sevgili olduktan sonraki birkaç bölüm hep güzel sahneler yazmıştı senarist; ama sonra kesmeye başlamıştı romantizmi. Neymiş polisiye dizide bu kadar romantizm olunca eleştiri gelmiş. Onu benim külahıma anlatsın. Bal gibi de Ozan’dı bunun sebebi. Biz dizinin yıldızları olunca incileri döküldü ya garibimin. Gitmiş senariste bu dizinin başrolü benim, ona göre yaz artık yoksa bırakırım diye rest çekmiş. Senaristin de işine geliyordu kurguyu katmerlemek, eyvallah deyip hançerledi beni. Gitti seninle o Orkun’a bir aşk hikâyesi yazdı bu defa. Sevgili olduğumuzu teşkilata duyuramadığımız için Orkun seni sahipsiz sanıp uyduruk bir sebepten tutuldu sana. Senarist seni iki ateş arasında bıraktı; beni ise o ateşlerin içine içine attı. Orkun’un sana çıkma teklifi ettiğini öğrendiğim sahnede öfkemi nasıl yansıtmıştım ama… Gerçekten korktun gibi geldi bana o gün, biliyor musun? Biraz abartmadın mı demiştin setten sonra, gülmüştüm ben de acı acı.
Bu atıldığımı sandığım ateş neydi ki gerçi bir yandan da sonra gelecekler karşısında? Senarist akışı tutturmuş gibiydi, reytinglerde de birinciydik; inanılmaz polisiye kurgulara bir de bizim aşk üçgenimizi müthiş yedirmişti doğrusu, hakkını vereyim. Zaten bu kadar iyi yazmasa kendimi bu dünyaya bu denli kaptırabilir miydim ki… Uzayan set sürelerini de ekleyince, kendimi iyice dizi dünyasına ait hissediyordum. Resmen Tekin olmuştum. Memnundum da bu hâlimden. Siz oflaya puflaya artık bitirelim hocam diye nazlanıp sigara tüttürürken ben seve seve metnimi okuyup ezberimi yapıyordum bir kenarda. Set bitince bu sefer ben sıkıntıya düşüyor, gerçek hayat ne zaman bitecek sete dönelim diye içerliyordum.
Sonra o melun fotoğrafınız düştü önüme. Sen ve Orkun… Yani, Bengü ve Ozan olarak sizi, gerçek hayatta, sevgili olarak, el ele, cüretkâr bir poz verdiğiniz o fotoğrafta görünce… Kahroldum Sena. Bengü’ye kahrolmadım, onu ne yapayım, ben sana dert yanıyorum Sena. Basbayağı da biliyorum Orkun’un, aman Ozan’ın sırf dağılan ilgiyi kendi üzerine çekmek için seninle, aman, Bengü’yle çıkmaya başladığını. İşin kötüsü sen de farkındasın. İkiniz de sadece kaymağını yemek istiyorsunuz. Midem bulanıyor bunu düşündükçe. Ben o dünyaya ait değilim Bengü, Sena da değil. Ama sen hem Sena’sın, hem Bengü. Kime kızsam, ne yapsam, her şey anlamsız… Sena sen Bengü’ye tutsaksın. Bengü olamadan olamıyorsun sen. Keşke bir yolu olsa da, Bengü’den ayrılıp tek başına var olabilsen…
Daha sonra senaristin dizide aramıza bir kavga sokması da tuz biber oldu. Reytingler biraz düşüyor gibi oldu diye yapılacak şey miydi bu, ama yaptı işte. Benimle oynayıp durdu. Bize yazmadığı öpüşme sahnesini size yazdı, bir de üstüne benim gözüme gözüme soktu bunu. O sahnede gerçekten ağlayabildiğimi görünce şaşırmıştın Sena, gerçi şaşıran sen değil Bengü’ydü. Yalan söylemiştim Bengü’ye, dedemin vefatını düşünüp ağlıyorum demiştim. Siz dizinin dünyasına kapılmadığınız için oynayıp geçiyordunuz; bu yalanımı bile sorgulamadan geçiyordunuz üstelik. Ama ben hiçbir şeyden geçemiyordum Sena. #TekSen etiketini deli gibi takip ettim ben biliyor musun? Aşkımızı gören o isimsiz, cisimsiz hayran hesaplarının kurdukları hayale ortak oldum Sena. Onlar Ozan ile çıkmaya başladığınızı görünce ne kadar üzüldüler biliyor musun? Üzülmek ne kelime, ateşe verdiler ortalığı. Senariste öfke kustular, dizide size bir aşk hikâyesi yazarak gerçek hayattaki ilişkinize sebep oldu diye. Beni sahiden de bu sürecin mağduru olarak bildiler, bağırlarına bastılar. Teslim oldum ben de onlara tüm hüznümle. Kim olduklarını bilmediğim o insanların gönderilerinde teselli aradım durdum.
Tüm bu çalkantılardan sonra sezon finali vakti geldi çattı. Bana bu mektubu yazdıran da bu oldu ya zaten. Senaristin bize biçtiklerini öğrendim. Beni görüşmeye çağırmalarından belliydi olacaklar. Benim bölümüm olacakmış sezon finali güya. Bir geçmiş hikâyesi kurmuş senarist bana. Annem, babamın yabancı devletlere ajanlık yaptığını öğrenince önce onu, sonra da acısına dayanamayıp kendini öldürmüş meğerse. Bir yetim olarak büyümüşüm, ondan böyle içime kapanıkmışım ve bu acı olaydan dolayı polis olmaya karar vermişim. Senarist gidip bu hikâyeyle mevcut hâlim arasında paralellik kurmuş. Annem babamın ajan olduğunu öğrenmiş ya hani, ben de senin ölüm tehdidi aldığın için değil, bile isteye köstebeklik yaptığını sonunda öğrenecekmişim. Meğerse senin babanı bir polis işkence ederek öldürmüş vaktiyle, sen de o kini biriktirmişsin içinde. Amacın babanı öldüren ve yüksele yüksele emniyet genel müdürü olmuş o polisin teşkilatını köstebeklik yaparak çökertmekmiş. Üstelik bütün köstebekliği onun işiymiş gibi göstermek istiyormuşsun Sena en sonunda. Ama ben seni masum sandığımdan, seni ikili oynamaya zorlayarak engelliyormuşum. Beni manipüle edebilmek için bana âşıkmış rolü yapmışsın, inanabiliyor musun Sena? Ama artık bu ikili oyunu sürdüremediğinden, bana bir kumpas kuracakmışsın. Sadece bana mı, Orkun’a da. Orkun’u da ben köstebekmişim diye kandıracakmışsın. Bölüm sonunda çatışma çıkacakmış benimle Orkun arasında. Ve ben, ve ben… Ölecekmişim Sena. O uyuz Orkun vuracakmış beni. Sen tüm olanları kayda alacakmışsın. Orkun’u ele verip açığa aldıracak ve böylece onun yerine başkomiser olacakmışsın. Bir sonraki sezon Orkun’un seninle yapacağı mücadele üzerine olacakmış güya. Bense ölüp gidecekmişim sensiz bir sonsuzluğa.
Toplantı sonrasında ağlamaktan beter oldum. İçmeden duramıyorum. Aşk hikâyemizin bitişine mi yanayım, beni aslında sevmeyişine mi yanayım, bu hayali dünyadan tamamen ayrılacak olmama mı yanayım… Bunca rezilliğin tek sebebi Ozan değilse ben de ne olayım… Kesin sezon boyu yükselen yıldızımdan rahatsız oldu da ya o ya ben diye rest çekti yapımcılara. Onlar da beni ateşe attılar elbet. Neyim ki ben, bu diziden önce oynadığım dizileri hatırlayan mı vardı ki? Dizide meşhur olunca haber siteleri beni o gazoz reklamındaki esas oğlanın iki arkasında duran arkadaşı olarak tanıtmamış mıydı zaten? Şu dizi vesilesiyle biraz var olduğumu hissetmiştim, üstüne gerçek aşkı bulmuştum, sevdiğim kadın bir hayal olsa da… Polislik asla yapamayacağım bir meslek olsa da Tekin olmayı o kadar istedim ki Sena… Tek nefes aldığım yerdi bu dizi çünkü. Şimdi gelmiş senarist benim böğrüme yapışmış, mezara koyacak beni. Beni sensiz bir ömre mahkûm edecek. Yapamam Sena bunu. Ben dizide ölemem. Şu Allah’ın belası senariste beni en azından bir süreliğine var ettiği için, bir süreliğine güzel duygular tattırdığı için, bir süre hayatıma anlam kattığı için minnet duymam gerekiyormuş gibi davranamam. Kibarca teşekkür edip sahneyi Ozan’a bırakamam. İstediğini vermeyeceğim o yanar döner, menfaat bekçisi, başrol hamisi senariste. Bu yüzden kendimi öldüreceğim. Duyuyor musunuz beni, kendimi öldüreceğim. Bu mektubu okuyanlar bilsinler ki, ölümümün suçlusu o senarist bozuntusudur. Elveda Sena, böyle bir vedada bulunmak istemezdim sana, tek tesellim sonunda o kalemi senaristin elinden alıyor olmak.
Seni hep sevecek olan Tekin,
İlk Yorumu Siz Yapın