Uzun geceyi ardında bıraktı Orhan. Bu güzel anda kendisini kaybetmek istiyordu; ama asıl mesele kendini kaybetmemekti, biliyordu. Öğrenmişti ki eğer kendini kaybedebilecek hâldeyken kendini kaybedersen güzelliğin üstadı olamazsın. Orhan’a göre bir üstadın en önemli özelliği güzellik karşısında mest olmayışı; güzellik karşısında – o saf, mükemmel, dokunulamayan güzelliğin karşısında dahi – kendine mukayyet olabilmesiydi. Bunu üç yıl önce kendini sır denen acayip bir şeyi bulmaya adamış ve sonunda intihar etmiş komşusundan duymuştu. Orhan, demişti komşusu, evladım bak ahir zamandayız, güzel dediğimiz her şey ayan beyan ortaya saçılmış ve kirletilmiş durumda. Orhan, evladım, bak, sen çok iyi bir çocuğa benziyorsun; sakın bu ayan beyanlıklara kanmayasın! Orhan, evladım, bak, sen sakın onlara bakma! Orhan, evladım, güzellik nedir bilir misin? Orhan, güzellik dediğimiz şeyi sabırdan gayrı bir şeyle elde edemeyiz. Orhan, demişti amca, omuzlarını tutup, güzele ulaşmanın yolu sabırdan geçer; çünkü ancak sabır bizi ehlileştirir. Sabır bizi ehlileştirir ve böylece güzele ulaştığımızda ondan mest olup kaybetmeyiz kendimizi; hayır, sen sabırla ehlileştiğin vakit, işte o zaman sen bu güzelliğin hakkıyla farkına varabilirsin.