İçeriğe geç

Trol

Bir kadın oturuyordu sahildeki bir bankta. Telefonunun çalışından irkilmesi, uzaklara dalışının emaresiydi. Sonra kendine geldi çabucak ve hattın öteki tarafındakine kısa cevaplar verdi: “Alo. Evet. Sahildeyim. Tamam. Geliyorum.”

Telefonu gelişigüzel çantasına atışı gibi gelişigüzel kalktı banktan. Heyecan ve korkusunun tecellisi olan bu gelişigüzellikten sağlam adımlar atarak sıyrılmaya çalıştı. Yazık bana, diye düşündü, yazık bana. Onu görmekten korkmamalıyım artık; yol kat ettim diyordun, hadi ispat et! Yol kat edemeden iki kere çarpıldı: Biri bir insan bedeni olmalıydı, diğeri ise denizin soğuk yüzüydü. Denizin vücudunu titreten gürültüsü doldu kulaklarına ve hücreleri şoktan donamamışken henüz gözlerini kapatmayı akledebildi ve göremez hâlde su yüzeyini bulmaya çalıştı bir yandan da kolundan kaydığını hissettiği çantasını kendine çekmeye çalışırken.

Yüzü buzdan havaya değer değmez iğneler batıyormuş gibi hissetti. Gözlerini açtığında kulakları da açıldı ve bağırışları duyması da böylece oldu. Hareket etmek istiyordu; ama emdiği suyla git gide ağırlaşan paltosunun altında bu pek zordu. “Siz onu takip edin!” diye bağırdı sahildeki kalabalıktan biri, bir diğeri ise tereddütsüzce denize atlayıp zaten pek de uzakta olmayan kadının yanına yüzdü.

“İyi misiniz?”

Kadın “İyiyim.” demeye kalkıştığı zaman zangır zangır titreyen dişlerini fark edebildi. “Gelin, ben size yardımcı olayım.” Yavaş yavaş kıyıya doğru yüzerlerken, yukarıdan bağırışlar da devam ediyordu:

“Kaçtı, yine kaçtı!”

“Tam da elimizin ucundayken!”

“Daha kaç insanın hayatını mahvedecek?”

“Devam edeceğiz. Önünde sonunda alt edeceğiz onu.”

Kadınla adamı bir halat yardımıyla kıyıya çıkardılar. İçlerinden bir başka kadın “Çabucak sizi sıcak bir yere götürmeliyiz.” dedi ve plan yapmaya koyuldu:

“Benim arabaya alalım, Tunç Bey’in evine gidelim. Arabanın arkasında örtü gibi bir şeyler de vardı hem, onu da atalım üstlerine. Ersin Bey siz de gelin.”

Kadın üşümekten ayakta duramayacak hâldeydi; ama yine de neden burada olduğunu unutmamıştı:

“Ben teşekkür ederim, çok sağ olun; ama kesinlikle gitmem lâzım, sizinle gelemem.”

Gruptaki herkes hayır diye bağırdı, hasta olursunuzlar, sıcak bir yer lâzımlar, benim kıyafetlerim size olurlar derken, demin plan yapan kadın “O zaman Tunç Beylerde buluşuyoruz!” diyerek herkesi susturdu. Kadın daha denize düşmenin soğuğunu üzerinden atamadan bir de kendini yabancılara emanet etmenin soğuğuna düşmüştü. O an başka bir çıkar yol düşünemedi, kabul etti; zira dişleri konuşmaksızın da titrer olmuştu artık.  “Korkmayın,” dedi Tunç Bey dedikleri, “ben doktorum. Sizi hemen iyi ederim.”

Kadın, mahcubane bir teşekkür edebildi sadece. Ersin Bey ile arka tarafa oturdular. Kürşat Bey diye seslendikleri adam arabayı sürüyordu, Tunç Bey de yanına oturmuştu onun. Ersin Bey arabanın ısıtmasını en yüksek seviyeye getirirken Tunç Bey müsaade etmedi, bu kadar ısınırlarsa eve geçiş esnasında üşürler diyerek.

Araba yola koyulunca bir sükûnet hasıl oldu. Tanışmaya yeni fırsat bulmuşlardı; ama hiç yoktan iyidir:

“Biraz daha iyi misiniz, isminiz neydi?”

“Kadın.”

“Kadın mı?”

“Evet, Kadın.”

“Şey, memnun oldum Kadın Hanım. Ben de Ersin. İyi misiniz?”

Kadın Hanım ilk sorulduğunda cevap vermediğinin farkında değildi. “Evet.” dedi ikinci kez sorulunca. Sonra sözü Tunç Bey devraldı:

“Kadın Hanım, tam anlamıyla Allah sizi korudu desek yeridir. Size eve geçince Kadriye Hanım daha fazla bilgi verecektir; ama az önce başınıza gelen büyük bir musibetti. Biliyorum, şaşkınsınız, bir anda tanımadığınız birinin sizi denize düşürmesi, sonra bizim gelip sizi kurtarmamız ve şimdi de bizi tanımamanıza rağmen sizi apar topar götürüyor oluşumuzdan korkmuş olabilirsiniz; ama korkmayın lütfen. Bizimle güvendesiniz. Şu anda önceliğimiz sizi sıcak bir yere götürmek, dinlendirmek ve sağlığınızı muhafaza etmek. Böyle şeyleri söylemeyi sevmem; ama size güven vermek maksadıyla faydası olabileceğini düşündüğüm için söylemek isterim ki beni televizyonda görmüş olabilirsiniz. Doktor Tunç Harika’yım ben; gündüz kuşağındaki kadın programlarına çıkıp sağlıklı besinlerden filan bahsederdim. Tanıyabildiniz mi beni?”

Evet, galiba hatırlamıştı; hatta Tunç Harikalar Diyarında diyorlardı programın o kısmına. Rengârenk bir dekorun önünde şifalı meyve ve sebzeleri anlatıp dururdu heyecan dolu bir sesle. Şimdiyse, fazlasıyla yaşlanmış duruyordu. Tüm o yaşlılık karşıtı reçeteleri kendine uygulamamıştı anlaşılan. “Tunç Harikalar Diyarında’ydı, değil mi?”

“Evet evet, ne güzel, siz de izlemişsiniz demek. İşte o program sezon ortası kesildi; tabii sizler neden olduğunu hiç duymadınız. Benim ayrılık sebebim, sizi denize atan kişiydi.”

Kadın Hanım şaşırdı buna. Merakın cezbesiyle soğuğun etkisi kırılıyordu: “Nasıl yani?”

“Efendim bu kişi, benim yazdığım bir tarifteki meyve-sebzeyi değiştirmiş. Ben de canlı yayında bunu programa gelen seyircilerden birine içirmiştim. Sonra ne oldu dersiniz, teyzemiz zehirlenip Hakk’ın rahmetine kavuştu.”

“Ya, üzüldüm. Peki sonra ne oldu?”

“Sonra ne olsun, aile yaygara çıkaracağız sizi her yere vereceğiz demesin mi? Olayın basına yansımasına ramak kala mevtanın ailesine yüklü miktarda para verildi. Onlar da, sustular.”

“Size de el çektirdiler herhalde.”

“Sadece o olsa iyi, kanal bir de aileye ödediği parayı benden söke söke aldı. Kariyerime hançer saplamakla tehdit ettiler beni. Ben de, mecbur, ödedim parayı ve çekildim kenara. Ama talihim bozulmuştu bir kere, toparlayamadım.”

Kadın Hanım, doktora üzülerek baktı. Hatırına televizyonda şen şakrak konuşması geldi, ünlü konuklara yaptığı kibar şakalar, bir şey yedirip içirmek için yanına aldığı teyzelerin ellerini koklayarak öpüşü… Hiçbir iz kalmamış o günlerden. Kadının fazla üzüldüğünü gören Tunç Bey tekrar söz aldı:

“Lütfen çok üzmeyin canınızı; ben sanırım herkesin adına yeterince üzüldüm kendime. Sizi üzmek için de anlatmadım bunları, yanlış anlamayasınız.”

“Yok canım, niye üzülmeyeyim? Siz bunu sorun etmeyin ama.”

“Bunları onu anlatmak için anlattım ben. Olayın ciddiyetinin farkına varmanız lâzım. Nasıl bir tehlike içinde olduğunuzu anlamanız gerekiyor.”

“O mu? Kim o?”

“Trol diyoruz biz.”

Araba durdu. Kadın Hanım, Ersin Bey ve Tunç Bey indiler, Kürşat Bey arabayı park etmeye gitti. Titreyerek asansöre ilerlerken Ersin Bey konuşmaya başladı:

“Ben de trolün kurbanlarındanım. Trol eşimi öldürdü.”

Kadın Hanım dehşete düştü. Doktorun anlattıkları o kadar ağır gelmemişti nedense; ama Ersin Bey’in bu denli acı bir şeyi bu denli doğrudan ve duygusuzca ifade etmesi karşısında daha da titredi: “Allah rahmet eylesin. N-nasıl oldu peki, yani neden oldu?”

“Ben iki yıl önce evlenmiştim Kadın Hanım.” Asansör ağır ağır çıkmaya başlamıştı. “Tamirciydim ben; eşimi seviyordum; mahalledendi zaten bizim; istemeye gitmiştik de babası ben fakir bir tamirciye kız vermem demişti. Çok bozulmuştum. Sonra ertesi gün bir piyango satıcısının önünden geçiyordum. Adam bağırıyordu yedi trilyon yedi trilyon diye. İçimden bir his dedi ki, çıksa şuradan piyango adam şak diye verir kızını bana! Ne olur bir denesem? Denedim de. Kazandım da. Yedi trilyonu hem de, tam biletten. Sonra gittim istedim kızı, babası da verdi tabii.”

Asansör durdu. İnerlerken:

“İşte sonra biz düğündü dernekti derken evlendik kurulduk güzelce bir eve ben böyle o parayla yatırımlar yaptım o paranın faizi dönüyor bizim de evimizi döndürüyor işte bir yandan da hafif hafif çalışıyorum tamirci işini büyüteyim diyorum bir tamirci zinciri kursam buralarda hep fırençayz olsa filan diyorum o zaman herkes hep bize gelir diyorum filan…”

“Buyurun, buyurun, artık üşümeyeceksiniz. Ben derhal kombiyi yakayım.” diyerek içeri aldı Tunç Bey.

“İşte sonra Kadın Hanım biz böyle mutlu öyle mesut yaşarken gittik bir tatile işte güneyde güzel bir butik oteldi her şey çok güzeldi ve sonra plajda akşamüzeri yürüyüşe çıkalım demiştik huzurla yürüyorduk hatta elimize almıştık terlikleri o denli mutluyduk her şey çok güzeldi palmiyeler vardı sahilde ve sonra bir köpeğe rast geldik. Ağzında bir sopa benim eşim de aldı sopayı ve köpek oynasın diye ileri attı bir baktık ki köpeğe köpek sen de gel der gibi başını sallıyor benim eşime sonra Kadın Hanım benim eşim de Allah rahmet eylesin ne hayat dolu ne sevecendi bir görseydiniz işte gidiyor koşuyor köpekle ileri sonra orada bir bomba yok muymuş bom diye patladı da her tarafa eşim ve kumlar saçıldı da ben de arkamdaki denize yığıldım gözlerime eşim ve kumlar kaçtı öyle ki gözyaşlarımdan o süzüldü ve ben kalkıp baktım ki eşim de köpek de paramparça.”

“A-Allah rahmet eylesin tekrardan. Peki nasıl olur ki böyle bir şey? Anlattığınız şey, yani, biraz, garip… Tatil yerinde bir bomba nasıl olur?”

“İşte trol böyle bir şey Kadın Hanım. Ben bunları sizi veya kendimi üzeyim diye anlatmıyorum. Olayın ciddiyetinin farkına varmanız lâzım. Ben aştım bunları, insan üzülüyor biraz ama biraz. İşte patlama sonrası Tunç Bey ve birkaç kişi daha geldi olay yerine tam da sizde olduğu gibi ve az ileride o trolü gördük ve yakalamaya çalıştık ama olmadı. Ben de bu vesileyle bu gruba katıldım.”

Bu esnada Tunç Bey ikisi için kuru kıyafetler getirmişti. Kadın Hanım içeri geçti, kurulandı ve yeni kıyafetleri giydi. Çantasına telefonunu almaya yöneldi; ama sonra denize düştüğünü hatırladı. Bozulmuştur kesin. Yine de çantaya baktığında telefonu bulamadı, denizin dibini boylamıştı demek. Numara da aklında değildi, kalmıştı öylece çaresiz.

Saçlarını kuruttuktan sonra salona geçti. Öksürdü birkaç kez. Ersin Bey de kadının arkasından geliyordu ki kapı çaldı, o da açtı. Kürşat Bey de gelmişti. “Diğerleri de park ediyor, gelirler şimdi.” dedi. Kürşat Bey oturduktan sonra diğerleri gibi garip bir ciddiyetle konuşmaya başladı: “Tunç Bey de size bahsetti, şu andan itibaren artık tehlike içinde olabilirsiniz. Şimdi bir de ben size kendi talihsiz hikâyemi anlatıp canınızı sıkmak istemiyorum; ama gördüğünüz üzere hepimiz trolün bir şekilde kurbanları olduk. Bu sebeple de onu yakalayıp ondan hesap sormak istiyoruz, hem de daha fazla insana zarar vermesini önlemeliyiz. Siz mesela, belki de, biz yardım etmesek, vefat edebilirdiniz. Olayın ciddiyetinin-“

Kapı çaldı tekrar ve beş kişi daha sessizce içeri geçti. Kapıyı açan Tunç Bey’di, elinde envai çeşit meyve artığı vardı.

Sahilde plan yapan o kızıl saçlı kadın konuştu salona girer girmez:

“Ah, demek yerleştiniz. Ne kadar güzel. Umarım hasta olmazsınız. Tunç Bey’e güvenebilirsiniz bu konuda. Bu arada, isminiz neydi?”

“Kadın.” dedi kadın yine.

“Kadın demek. Pek duymadığımız bir isim. Merhaba Kadın Hanım, ben de Kadriye Hangörmüş. Sizinle böyle tanışmak istemezdik hiçbirimiz; ama artık olan oldu, değil mi? Müsaadenizle diğer dört arkadaşımı da tanıştırayım: Selim Erbolu, Akide Masumane, Nazlı Olabakan ve Akif Dünoğlu. Sanırım diğer arkadaşlarım size başınıza gelenler hakkında bir şeyler anlatmışlardır.”

Kadriye Hanım her birini tanıtırken onlar da selam maksadıyla hafifçe kafalarını sallamışlardı. Manzara garipti. Papyonlu takım elbisesiyle çakı gibi duran ama gözlerini açık tutmakta zorlanan pek yaşlı Akif Bey’in yanında, daha on sekizine bile girmemiş gibi duran Nazlı Hanım vardı yırtık pantolonu, simsiyah makyajı ve vücudunun çeşitli yerlerine yayılmış metal parçalar ve dövmelerle; sonra onun yanında aile babası gibi duran, zayıfça, temiz yüzlü Selim Bey vardı ve onun yanında da çarşafı ve peçesi yüzünden sadece gözlerini görebildiği Akide Hanım vardı. Normalde belki de birbirlerinin yanında durmaya tenezzül etmeyecek insanlardı bunlar; ama her birinin aynı üslûpla hanımlı beyli konuşmaları, onların tüm bu farklılıklarına rağmen garip bir birlik veya birliktelik hâli oluşturuyordu.

“Evet, kendilerinden de bahsettiler, bu beni denize iten kişiden de…”

“Trolden bahsediyorsunuz.”

“Evet. Yine de, beni mazur görün, pek anlayamıyorum. Siz birbirinizi nasıl buldunuz? Bu adamı niye böyle kovalıyorsunuz? Madem böyle kötü biri var, neden polise haber vermiyorsunuz?”

“Ah, Kadın Hanım, sizi o kadar iyi anlıyorum ki. Doğal olarak aklınızda ziyadesiyle dönüp duruyor bu sorular. İzin verin, anlatayım. Olayın ciddiyetinin-“

“Eveeeet, şifalarınız da geldi. Şifa olsun. Sonuna kadar için.” diyerek meyve ve sebze suyu karışımını getirdi Tunç Bey. Kadın Hanım bir yudum aldı; öksürecek gibi oldu. Kadriye Hanım umursamadan devam etti:

“Ben, yaklaşık yirmi yıl önce bir atlettim. Önüm çok açık görünüyordu bazı kişilerce; övünmek gibi olmasın. Sonra ben birkaç yarış kazandım ve şöhretim artmaya başladı. İşte tam da bu zamanlarda, yine önemli bir yarışa katılacağım vakit; kanımda doping tespit edildi. Bu sebepten dolayı onca koşarak geldiğim yerden bir fırtınayla gerilere düştüm. İşin peşini bırakmadım Kadın Hanım. Azimli insandım. Bir fırtına savurmuş olsa da beni, vazgeçmemeliydim. Geçmedim de; araştırdım; kimin bu doping olayından sorumlu olduğunu bulmaya çalıştım. Sonunda da onu buldum. Beş senemi aldı; ama onu, trolü buldum. O, o trol, benim hayatımı mahveden oydu işte. Onu buldum; hatta yakalamaya da çok yaklaştım; ama gördüğünüz üzere, yakalayamadım.”

Bu esnada Selim Bey söze girdi:

“Kadriye Hanım’ın trolü yakalamak üzere olduğu o zamanlar, trolün bana dadandığı zamanlardı. Ben aile babası bir insandım. Öylece, kendi düzenimde mutlu mesut yuvarlanıp gidiyordum. Sonra bu trol girdi hayatıma ve işlerimi sürekli ters götürmeye başladı. Arabaya biniyorum mesela, bir bakıyorum lastiği patlamış; sonra işte mesela büroda üzerime çay dökülüyor; sonra alışveriş dönüşü taşıdığım poşetler yırtılıyor -hem de hepsi-. Sonra bir gün eşim ve çocuklarımla sahilde dolaşırken, bu trol gelip eşimi ve çocuklarımı tıpkı sizde olduğu gibi denize itti. Kadriye Hanım da o gün tesadüfen sahildeydi. Trolü hemen tanıyor; çünkü her zaman simsiyah giyinir ve yüzünde de bir kar maskesi vardır. Trolü yakalamaya yöneldiyse de, trol çok hızlı ve çevik, çabucak kaçmıştı.”

“O gün Selim Bey ile tanıştık ve bu trolün izini beraberce sürmeye karar verdik. Çok çalıştık, çabaladık. Bu esnada diğer arkadaşlara denk geldik trolü kovaladıkça.”

“Sorun şu ki Kadın Hanım, trolün çok geniş bir bilgi ağı var. Bu yüzden bizden bir adım önde oluyor genellikle. Ama trolün bilgi seviyesine ulaşma çabalarımız her gün biraz daha olumlu sonuç veriyor.” dedi Kürşat Bey. “Artık onu yakalamak an meselesi.”

Kadriye Hanım ayağa kalktı ve diğerleri de onun gibi ayaklandı. Kadın Hanım şaşırsa da sonra o da ayağa kalktı.

“İşte, Kadın Hanım, şimdi, sizden bir istekte bulunacağız. Bize katılmanızı isteyeceğiz, trolün daha fazla insana zarar vermesini önlemek için. Biz yıllardır buna çabalıyoruz. Çok insana rast geldik bu süreçte; çoğu maalesef bize inanmayıp katılmayı reddetti. Bu reddedenlerin çoğu polise gidip ihbarda bulundu bu trol hakkında; ama polis hiçbir şey yapamıyor. Bunca alakasız olayı aynı kişinin yaptığına bile inanmıyorlar ki zaten; çoğu görünmez kaza gibi şeyler deyip kestirip atıyorlar. Tüm bu olaylar olurken trol güvenlik kameralarına olsun, mobeselere olsun bir kere dahi yakalanmıyor. O yüzden görsel bir kanıt da elde edemiyoruz. Vaktiyle bu kadar emin bile değildik; ama şimdi daha net her şey. Buna rağmen polisler kendilerini bu işe adamış olmadıklarından dolayı gerçekleri göremiyorlar. Biz de bu kovalamacayı kendimiz sürdürüyoruz. Tekrar sormak isterim, bize bu kutlu görevde katılır mısınız?”

Kadın Hanım kararsızlıktan dolayı konuşamadı. Bu grupta bulunmak ya da bulunmamak onu eşit derecede çektiğinden değil; iki fikrin de kendisini çekmeyişinden.

“Bakın Kadın Hanım, bu zor bir karar; bizleri tanımadığınız için daha da zordur eminim. Hele hele hayatınızı bırakıp böyle bir işe kendinizi adamanız büyük bir karar. Ama trol sizi bir kere trolledi; bir daha yapıp yapmayacağını bilemezsiniz. Sizin yanınızda olup olmayacağımızı ise hiç bilemezsiniz.”

“Trol apansız. Biz sadece bazı eylemlerini yakalayabiliyoruz. Siz sadece bir rastlantısınız bizim için.” dedi Akide Hanım.

Kadın Hanım durdu, düşündü. Hayatıyla ilgili yapacağı fazla bir şey yoktu aslında. Yani, sonuçta, artık onunla görüşemeyeceğine göre, işsiz de olduğunu hesaba katarsa bu grupla bir süre vakit geçirmek iyi olabilirdi. En azından akrabalarının somurtmasından kaçardı. Bunu sorunca, “Siz trolü alt etmek istedikçe bizim için baş tacı olacaksınız.” dedi Kadriye Hanım. “Sizi ben kendi evimde ağırlayacağım hatta. Siz bizle bu mücadelede bir oldukça biz sizden memnun kalacağız.”

Kadın Hanım Kadriye Hanım’ın bu hevesine sevindi. Uzun zamandır böylesine koşulsuzca ilgi gördüğünü hatırlamıyordu. Kendine hanım bile denmemişti ne zamandır. Yüreğini okşadı bu grubun kendisine olan ilgisi. Onlarla bu yolculuğa ne kadar saçma görünürse görünsün çıkmak istiyordu.

“Tamam, o zaman, ben… sizinleyim.”

“Ah, âlâ!” dedi ve herkes Kadın Hanım’ı alkışlamaya başladı. Kadın Hanım bunu da pek beklemiyordu; mutlu oldu.

“Artık yepyeni bir üyemiz daha var! Ama durup bunu kutlayacak vaktimiz yok. Trol hâlâ dışarıda, onu yakalamamız lazım! Tunç Bey, bilgisayarımızı getirebilir misiniz lütfen?”

“Hay hay Kadriye Hanım!” diye sevinçle içeri geçti Tunç Bey ve elinde büyükçe bir dizüstü bilgisayarla geldi. Herkes geri oturmuştu yerlerine Tunç Bey gelinceye kadar. Kadriye Hanım ustaca açtı bilgisayarı ve sonra siyah bir ekrana hızla bir şeyler yazarken bir yandan da açıkladı: “Bize merhum üyemiz Ahmet Bey’in en büyük katkısı bu program oldu Kadın Hanım. Bu program sayesinde trolün bilgi ağına kısmen erişebildik. Trol bu bilgilerden hareketle insanların hayatına giriyor. Nerede, ne zaman, ne yapacağınızı veya ne hâlde olacağınızı biliyor ve bunu trollemek için kullanıyor. Mesela Akide Hanım bir grup fidyeci tarafından kaçırıldığında kendisi dahi nereye götürüldüğünü bilmezken trol biliyordu.”

Kadın Hanım bir şey diyemeden Akide Hanım söze girdi:

“İnsanlar eskiden böyle değildi. Her şeylerini paylaşmazlardı. Mahrem denen bir şey vardı. Artık mahrem kalmadı. Bu da trolü meydana getirdi. Ben fidyeciler tarafından kaçırıldığımda, nerede olduğumu trol biliyordu çünkü trol o fidyecilerin bile iletişimlerini izleyebiliyordu. Ve beni bulduğunda, o fidyecileri ustaca öldürmüştü; sonrasında ise benim… peçemi açıp kaçmıştı…”

“Akide Hanım, lütfen konuşmayın böyle. Siz bu konuda kendinizi hâlâ mustarip hissediyorsanız konuşmamanız lazım. Bizler konuşuyoruz çünkü dertlerimizi bir şekilde aşabildik; ama sizin acınız yeni, lütfen yapmayın bunu kendinize.” dedi Kürşat Bey.

“Bu sonsuz bilgi akışından trolün neyi seçeceğini bilemiyoruz. Elimizde bir birikim var ve trolün davranışlarında bazı kalıplar görebiliyoruz. Bunlarla bazı tahminler yapmamız mümkün. Sağ tarafta trolün şu ana kadar gözlemlediğimiz trollükleri ve onlarla ilgili bilgiler var. Gördüğünüz gibi birkaç ay önce sadece Beylikdüzü’nde trollük yapmış ve trollük yaptığı mekânları birleştirdiğinizde eşkenar bir altıgen ortaya çıkıyor. Bu ay yaptığı trollükler ise İstanbul’da apayrı noktalarda. Sonuncu olarak size yaptığı trollüğü gireceğim şimdi. Koordinatlar kimde idi?”

“Bende Kadriye Hanım: 41.105319, 29.057101.” dedi Tunç Bey.

“Peki. Olay: Denize itme. Etkilenen: Kadın, soyadınız neydi acaba? Hanım. Anladım. Etkilenen: Kadın Hanım. Zaman ve tarih: 15:12, 4 Aralık 2012. Ölüm: Yok. Ölüm kastı: Mevcut. Maddi hasar: Islak elbiseler. Kullanılan alet: Yok. Başka etkilenen: Yok. Ekstra: Yok.”

Ekranda tüm yazılanlar bir anda kayboldu. Sonra da “İlişkilendiriliyor…” yazısı belirdi. İlişkilendirme sürerken kimseden ses çıkmadı. Sonra bilgisayar sol tarafta mekân ilişkilerini, sağ üst tarafta zamansal ilişkilendirmeleri, onun altında kişisel ilişkilendirmeleri ve onun da altında ekstra ilişkilendirmeleri gösterdi. En üstte ise Vaka No: 29066 yazmaktaydı.

“Bu vaka sayısı tüm denk geldikleriniz mi? Ne kadar çokmuş…”

“Hayır Kadın Hanım. Bizim denk geldiklerimiz yüzü geçmiş midir bilmiyorum. Diğerleri üçüncü sayfa haberlerinden derlenen kaza, cinayet, tecavüz, soygun gibi olaylar. Trolün her şeyde bir parmağı olduğunu düşünüyoruz. Hmm… Bulduğu en yakın ilişkilendirme saçma sapan bir şey. Buna göre bir dahaki trollük üç yıl sonra olacak. Olmaz ki, trol beklemez ki. Neyse, bu çalışmaya devam etsin… Daha yüzde iki bile olmamış… Tunç Bey, bir şey olursa bize haber verin lütfen. Yeni üyemizin dinlenmeye ihtiyacı var. Siz içeride dinlenin Kadın Hanım, bir iki saat içinde gideriz biz. Ekibimizin diğer üyeleri ise ayrılabilirler. Toplantımız sonlanmıştır.”

Herkes birbirine kendinizi sakının diyerek gitti. Kadın Hanım odada sıkıldı ve Kadriye Hanım’ı da çağırdı, biraz daha konuşsalar iyi olacaktı. Gerçi Kadriye Hanım’ın trolden başka anlatacağı yoktu ki. Tüm ömrünü trolü yakalamaya adamıştı; ne evlenmişti ne de bir iş bulmuştu. Dedesinden kalan bir dükkânın kirasıyla geçinip gidiyormuş. “Banka olduğu için yıllardır orada, e çok da artırmayınca kirayı kalıyorlar tabii.” diyordu. Ailesiyle iletişimi neredeyse tamamen kesmişti. Ailesi onun bu trol bahsinden çok sıkılmış ve ona hayatına devam etmesi gerektiğini söylemişti kaç kere. Ama Kadriye Hanım, trolün başkalarının hayatlarını da kendisininki gibi zehir ettiği düşüncesiyle yaşayamayacağını biliyordu. Trolü alt etmekte çaba göstererek en azından üzerine düşen görevi gerçekleştirdiğini düşünüyordu. Ailesi ona demişti ki, sen, hayatını mahvediyorsun ve kaderle baş edebileceğini sanıyorsun. O da demişti ki, hayır, bu kader değil; bu, bu cezasını çekmesi gereken bir suçlu. Sonra ailesi demişti ki ona; kader, kaza, kızım biraz oku bak; olan olmasa olmazdı. Olan olageldi ve artık olagetiren ondan sorumlu. Olagetiren onu oldurmasaydı başka şekilde oluverecekti. Ölünce bir an bile geçer mi fazladan kızım, ben seni bıçaklamayı seçmezsem kızım, o an vaden dolduysa kızım sen kalp krizinden ölürsün kızım. Senin kafan nelerle dolmuş baba, eğer dikkatliysek biz her şey önlenebilir. Oluverecek olagelecekse neden önlemler alıyor insanlar yaşamak için? Neden tercih yapıyoruz ki? Hem bizim yapacağımız bir suçluyu enselemek baba, kaderi mi kovalıyoruz Allah aşkına? Oluverecek oluverecekse, ölüverecek zaten ölüverecektiyse neden polisler katilleri, hırsızları yakalıyor? Suçlular o hâlde kadere hizmet etmiyorlar mı baba? Kızım, suç tabii ki cezasız kalmaz. Ama böyle yıpratma kendini kızım. Adaleti sağlamak polise, hâkime kalmış kızım, sen gel hayatına devam et kızım. Bırak baba, demiş Kadriye Hanım; kader ve kaza olduruverecekse bile olageleceği, bunu trol gibi bir suçludan bağımsız da yapabilir. Ve madem polis beni dinlemiyor, bunu benden başka yapacak da yok.

Kadriye Hanım bunları anlattıktan sonra biraz da Kadın Hanım’ı tanımak maksadıyla sordu:

“Eğer anlatmak isterseniz, sizin hikâyenizi dinlemek isterim. Belki trol siz fark etmeden hayatınızda bulunmuştur.”

“Ben, ne desem ki… Pek uzun değil ama… Ben biriyle evlendim on yıl önce. Sonra çocuğumuz da oldu; ama geçinemedik ve boşandık. Kocam çocuğun velayetini üzerine aldı ve sonra bana hiç göstermedi. Yıllarca oğluma hasret yaşadım. Üstelik işim gücüm de yoktu, annem babam sizlere ömür zaten yıllar yıllar önce; sersefil yaşıyordum akrabalarımda. Sonra dün bir telefon geldi. O kocam olacak adam ölmüş. Onun babası da, neyse ki biraz insaf kalmış, bu çocuğu görmek istiyorsan gel dedi. Tam buluşacaktık ki, trol beni denize itti. Şimdi onlar bana bu zeytin dalını uzatmışken ben gitmemiş oldum, artık yüzüme bakmazlar…”

“Yılmayın Kadın Hanım. Belki çocuğunuzu da görürsünüz ve belki trolü de yakalarız ve böylece kötü talih bizlere bir daha bulaşmaz.”

“İnşallah.” diyebildi Kadın Hanım.

Sonra biraz uyudu. Uyandığında akşam olmak üzereydi. İçeri gidince Kadın Hanım’ı bilgisayar başında buldu.

“Uyandınız mı, gelin gelin. Birkaç ilişki daha bulmaya başladı program. Siz uyurken Selim Bey Şişli’de tespit ettiğimiz bir noktaya gitti. Çok geçmeden trollük girişimlerini doğruladı. Bir kapkaç, bir eşek şakası, iki buzda kaydırmaca, yedi araba aküsü boşaltma burada bir şeylerin olacağına işaret gibi. Şimdiyse zaman ilişkilendirmeleri bitti. Önceki birkaç kalıba göre 10:24, 13:47 ve 20:46 gibi üç an tahmini var elimizde. Birkaç yer tahmini daha var; Maltepe’de, Kâğıthane’de ve Beykoz’da. Oralara eleman göndermek için uğraşıyorum.”

“Trol peki sizi takip etmiyor mu, telefonla haberleşiyorsunuz ya?” diye sordu Kadın Hanım.

“Trolün her türlü iletişime erişimi var Kadın Hanım. Biz müstesna değiliz. Ama başka şansımız yok. Yoksa hızlı olamayız. Çok düşündük, hız mı önemli yoksa trolün bizi bilmemesi mi; ama anladığımız kadarıyla, trolün belli bir haritası var ve elindeki verinin sadece amacına hizmet eden kısmının bir anlamı var onun için. Bizi bilmesi yapacaklarını değiştirmiyor; sadece ona planını uygulaması için yollar gösteriyor.”

“Siz peki, trollendiğiniz için, bir daha trollenmeyiz diye düşünüyor musunuz?”

“Tabii, ama bu da her şey gibi sadece bir ihtimal. Trolün milyarlarca insan arasından bizi trollemesi düşük bir ihtimaldi, ama geldi buldu bizi. Trolün bir planının olması onun için her şeyin kesin olduğunu gösteriyor; ama biz ihtimallerle hareket etmek durumundayız.”

Kadriye Hanım bilgisayarı Tunç Bey’e bıraktı ve Kadın Hanım’ı da yanına alıp kendi evine döndü. Kadıköy’de sade bir apartman dairesiydi. Eşyalar eskiceydi. “Anneannemin eviydi.” diye açıkladı Kadriye Hanım. “Dünden karnabahar kalmıştı…” deyip mutfağa giderken Kadın Hanım da sofrayı hazırlamaya yardım etti. Gün boyu konuşmalarına kıyasla sessiz geçti akşam yemeği. Kadın Hanım ne diyeceğini bilemiyordu, kafasını toparlayabilmiş hissetmiyordu hâlâ. Kadriye Hanım’ın dinç ve odaklanmış tabiatıyla kıyaslayınca kendini iyice aciz hissediyordu. Bu trol masalına pek inanası yoktu; ama kendisi tecrübe etmişken nasıl reddedebilirdi ki trolün varlığını? İnanıp kendini kaptırmak istiyordu bu masala; kaptırıp o yüzünü hayal dahi edemediği oğlunun yüzünden düşen bin parçanın kesiklerinden kaçmak. Kaçmak ve sonra trolü yakalayıp o parçaları tek tek yerine taktırmak. Baksana, Kadriye Hanım bu idealin peşinde koşa koşa nasıl da zinde kalmış…

Bulaşıkları yıkadıktan sonra Kadriye Hanım Kadın Hanım’ın odasını gösterdi ve yorgun olduğunu söyleyerek müsaade istedi. Kadın Hanım da bitkin düşmüştü, uykusu çok olmasa da yatakta uzandı bir süre. Düşünceler ve duygular kafasından kalbine deveran ede ede uyuyakaldı.

Ertesi sabah 06:59’da çalan bir telefonla uyandı. Kadriye Hanım’ın uykulu mırıltıları geliyordu. Bir süre sonra mırıltılar bitti. Az sonra Kadriye Hanım giyinmiş bir halde Kadın Hanım’ın odasının kapısını tıklatarak içeri girdi:

“Kadın Hanım, uyanmanız gerekiyor. Yeni bilgiler edindik. Trolün sıradaki trollüğü hakkında daha fazla fikir sahibiyiz.”

“Tamam, ben hemen giyineyim o zaman.”

Kadriye Hanım kendi giysilerinden getirdi. Kadın Hanım giyinirken Kadriye Hanım da detayları anlattı: “Selim Bey birkaç olay daha gözlemlemiş. Tunç Bey bu verileri girince o noktada yeni büyük vukuat ihtimali %88.5’e çıkmış. O yüzden orada bir kişiden fazlasını bulundurmaya karar verdik. Şu an en müsait biziz gitmek için. 10:24’e yetişsek çok iyi olacak.”

09:47’de Şişli’de, Selim Bey’in yanındaydılar. “Kadriye Hanım, size Tunç Bey’in de sunduğunu düşündüğüm raporun detaylı hâli.”

“Teşekkür ederim Selim Bey.”

“Nasılsınız Kadın Hanım? Hastalanmadınız inşallah.”

“Yok, iyiyim Selim Bey, teşekkür ederim. Tunç Bey bir harika.”

“Ha-ha! Güzel bir espri Kadın Hanım.”

Kadriye Hanım ciddi ciddi raporu inceledikten sonra “Evet, çok makul. Ama ne yapacak ki o kadar büyük? Bir dört yol ağzı. Kaza desem, ışık koymuşlar. Bir binada yangın filan mı çıkacak ki?”

“Nöbetim süresince burada kaza gibi bir şey olmadı. Öncesine de baktım, son kırk yılda sadece iki kere olmuş. Onlar da ışıkla alâkasız kazalar. Diğer vukuatlar açısından da sakin bir geçmişi var diyebilirim. Sekiz yıl önce küçük bir yangın, senede bir iki kez gasp olayları filan, o kadar.”

Beklediler. Dakikalar ilerledikçe Kadriye Hanım’ın voltaları hızlandı. Her arabanın içindeki insanlara bakıyordu ama bir tane bile kar maskeli gelmemişti. Dört yol ağzında sağlı sollu gidenlerini görebiliyorlardı ama yansımadan dolayı yukarı taraftan gelenleri göremiyorlardı. Yukarıdan gelenleri gizlice gözleyebilecekleri bir yer de yoktu. Saat 10:22 olduğunda Kadriye Hanım bir yandan pür dikkat her yeri gözlemlemeye çalışıyor, bir yandan da yerinde durmak istemezcesine sallanıyordu.

Sonunda 10:24 oldu. Telsizler aracılığıyla diğer gruplar “Bir şey yok.” diye haber gönderdi. Kadriye Hanım “Bizde de.” diyebildi. Sağlı sollu yönde kırmızı ışık yanıyordu. Yukarı yönden gelenlereyse yeşil yanmaktaydı ama yol boştu. Her şey inanılmaz derecede sakindi. Kadriye Hanım sol tarafta üçüncü sıraya beyaz bir aracın gelip durduğunu gördü. Siyah camlıydı. Yoksa? Birden panik oldu. “Siyah! Cam filmli! İçi görünmüyor! Dürbün! Selim Bey, lütfen!”

Selim Bey aceleyle dürbünü verdi. Kadriye Hanım bakmaya çalıştı. “Kahretsin, görünmüyor!” deyip attı dürbünü ve koşmaya yöneldi. Siyah camlı beyaz araç kornaya bastı. Önündeki gümüş rengi araba ışık yeşile dönmüş sanıp hareket etti. Oysaki hâlâ kırmızı yanıyordu ve yukarı yönden siyah bir cip yolu da boş bulduğu için hızla geliyordu. Kadın Hanım anlamıştı.

Bir gürültü koptu.

Kadriye Hanım koşarken kalakaldı. Siyah cip, gümüş aracı unufak edip altına almıştı. Tozla göz arasında Kadriye Hanım oluverenleri tekrar düşündü. Bu defa daha canhıraş koşmaya başladı bağırarak: “Trolün önü kapalı! Gidemez!” Bunun üzerine Kadın Hanım ve Selim Bey de koşmaya başladı. Trol cidden de sıkışmıştı. Kaza, yolu tamamen kapatmıştı; yukarıdan gelen başka araçlarsa cipin arkasından yolu tıkamıştı.

Sonrasında Kadriye Hanım o günü anlatırken, diyecekti ki, o gün trolün belki de en çaresiz hâlini gördüm; o şaşkın, şimdi ne yapacağım diyen beden dili ilk defa plansızlığını ortaya koyar gibi geldi bana. Ama her zamanki gibi yanılmıştım. Trolün her hamlesinde bir rahatsız etme dürtüsü vardı ve o gün de alışılageldik hâlinin dışındaki bu çaresizlikle beni rahatsız etmekten başka bir şey yapmıyordu. Sanki, sanki bilerek çok geç aklına geldi arabadan inmek. Onu yakalamaya yöneldim ve benden, sanki küçük bir çocukla oynarmışçasına, yavaş adımlarla kaçar gibi yaptı. Arkamdan Kadın Hanım’ın çığlıkları geldi: Gümüş arabanın içinde balgam gibi sökülmüş cesetleriyle kayınbabası ve yüzünü kanlar içinde görmek nasip olmuş oğlu varmış meğerse. Trolden de bu beklenirdi. Bense trolü kovalamaya devam ettim. Onu çıkmaz bir sokakta kıstırdım. Duyuyordum: Bir kedi gibi hızlı nefesini, bir bebek gibi küçük ama güçlü kalp atışlarını; üzerine yapışmış dikey çizgili daracık kazağından süzülen dehayı ve siyah ve kaba botlarındaki o samimiyetsizliği. Ve, ve, o maskesi vardı, o kurbanlarına duyabileceği en küçük merhamet kırıntısını bir kara delik gibi yutan o maskesi. “Dur!” diye bağırdım. “Artık kaçacak yerin yok! Hiçbir şeye kalkışma! Bu, bu senin için yolun sonu! Yeter artık! Sen insanların hayatlarını mahvedip durdun onca süre! Kader ajanlığını bırak! Doğru, oluverecek olan olagelecektir; ama suçlusu varsa da cezasını çekmelidir! Neden? Neden doping koydun? Neden ha? Hah, neden soruyorum ki? Sana zaten bu yüzden trol ismini taktık ya! Neydi görmek istediğin? Duygularımızı, kırılganlığımızı görüp bundan haz duymak mı? Söyle! Söyle de seni öldürürken rahat edeyim!”

Trol tüm yakarışımı dinledi. Gözlerini kırpmaksızın bana bakıyordu. Gözlerinde, bir yılanınki gibi, bin bir plan dönüyordu. O zaman anladım bu buluşmayı bile planladığını.

“Trol, ha? Trol.” dedi. İlk kelimeleri buydu. Onun konuştuğunu duymak, sesi sıradan olsa da, dehşete düşürücüydü. Şeytanın sesini duymuş gibi hissetmiştim. Derinden geliyordu sesi. Bakın, dinleyin, telsiz üzerinden tüm dediklerini kaydetmiştim: “Size kader hakkında bir şeyler öğrenmeniz gerektiğini söylediklerinde Kadriye Hangörmüş, öğrenmeniz gerekirdi. Beni, yazık ki, kader yerine bile koydunuz. Beni kader ajanı sanmışsınız! Daha doğrusu sanıyorsunuz demeliyim, bunu da biliyordum ya zaten; söylemek bugüne nasipmiş. Hatırlıyor musunuz, 11 Kasım 2007’de şöyle demiştiniz babanızla telefonda son kez konuşurken: ‘Bu adam her şeye sahip baba. Mahremler ortaya döküldüğünden beri bu adam tüm bilginin sahibi! Bu bilgiyi anlamlandırabiliyor ve buna göre hareket edip insanların hayatlarını mahvediyor. Sadece kötülük için kullanıyor bunları baba!’ Hah, hah, ha! Tek kelimeyle, dramatik! Ben neyim Kadriye Hanım? Söyleyeyim mi? Ben, ben bir manyağım Kadriye Hanım! İnsanlara kaderi sorgulattıran bir manyağım ben! Ben var da değilim, yok da değilim! İnsanların hayatında her şey iyi gittiği sürece yokum; ama kötü bir şey olsun, bakın ben oradayım! Bu manyaklıkları gerçekleştirmek için gelişmiş bilgisayar programlarım ve büyük, canice planlarım var. Ama düşünsenize, size doping verene kadar yoktum bile! Ne kadar da ilginç! Bana bakıp söylesenize Kadriye Hanım, var mıyım ben? Yok muyum ben? Aaaa, ama yapmayın, hâlâ mı komplo teorileri? Size samimi soruyorum, varlığım gerçekten de fark eder mi? Yüzümü hep merak ettiniz, bu maskeyi çıkarmaya heves ettiniz, değil mi? Beni tanımadığınıza göre maskenin ardındaki yüzün ne önemi var ki gerçekten? Şimdi çıkarsam bu maskeyi ve babanızı görseniz, ya da durun çıkarsam ve annenizi görseniz, hatta çıkarsam ilk aşkınızı görseniz, hatta çıkarsam antrenörünüzü görseniz ne fark eder Kadriye Hanım? Ne yazık ki, ne saçma ki, ne cüret ki, beni görmek fırsatı bulan pek çok kişi beni yakalamayı arzu etti. Beni yakalayınca tüm kaderler iyiye dönecekmiş gibi bir ava çıktılar. Nafile bir av bu Kadriye Hanım! Oluverecek olan olagelecektir! Söz çok; ama vakit yok. Kader beklemez. Acele edin. Olayın ciddiyetinin farkına varmanız lâzım.” Sonra maskesini çıkarıp attı. Sonra, inanmayacaksınız ama, yüzü ve bedeni sürekli değişmeye başladı. Bir erkekti ilk gördüğüm, siyah saçlı ve sakalsız, yeşil gözlü. Sonra bir kadına dönüştü, bunu tanıdım, Kadın Hanım’dı bu. Yoksa Kadın Hanım da trole mi dönüşmüştü o an? Hem Kadın diye isim mi olurmuş ki? Yoksa bütün bunlar büyük bir oyun muydu diyemeden bir çocuk cüssesine büründü trol, hem de çok zayıf bir çocuk. Ve böylece belki birkaç saniyede onlarca surete bürünerek koşmaya başladı bana doğru. Hangi cüsseye bürünmüş olursa olsun onu maskeli gördüğüm hâlindeki gibi çevikti. Beni birkaç hareketle kolayca yere serip kaçtı. İşte o gün onu yakalamanın imkânsızlığını anladım. O yoktu. Vardı ama, nasıl desem?  Şöyle dedim telsizdekilere: Trol avını bitiriyoruz.

Kategori:2014Genelhikaye

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir