Peyami Safa’ya…
Bir eliyle çekçek valizinin kulpunu tutuyordu, ötekiyle de sırt çantasınınkini. Otelin girişine baktı gerinerek. Yeniden buraya kavuşmanın huzuruna varmıştı bile. Girişe yöneldi. Çekçek valizinin tekerlerinin tıngırtısı eşlik etti. Rüzgâr kuzeyden hafif esiyordu, sıcaklık yirmi iki dereceydi.
Otel on bir katlıydı. Bir de terası vardı. Soluk pembemsi bir rengi vardı. Köşe kolonlara çiçek takları işlenmişti. Pencereler kareydi, içeriyi yansıtmayan cinstendi. Her katta on beş pencere vardı, merdiven boşluklarındaki pencereleri ve öte taraftaki pencereleri de ekleyince toplam üç yüz elli pencere ediyordu. Tabii buna zemin katta bulunan lobinin yüksekçe pencereleri ve bodrum kattan otelin arka bahçesine geçen çıkıştaki sürgülü cam kapılar dahil değildi. Bunları biliyorum, diye düşündü, neden tekrar?