Bir yerden başlamak lazım. Hayat da öyle değil mi, bir yerden başlıyoruz. Yağmur dindiğinde, evet, benim hikâyem yağmur dindiğinde başlamalı. Arnavut kaldırımları, ikindi yeni okunmuş, her yer ıslak ve gri, gökyüzü hariç. Gökte griliklerin arasından sessizce bir şeyler fısıldayan mavilikler ve nereden vurduğu belli olmayan gümüşî bir güneş var; yokuş aşağı giden bir caddede birbirlerinin üzerine binmiş gibi duran yıllanmış binaların camlarından yansıyor binlerce güneş binlerce kere. Ben bütün bunların içinde miyim yoksa büsbütün dışında mıyım emin değilim. İçinde olsam anlatabilir miyim ki mi demeliyim yoksa dışında dursam böyle anlatabilir miyim mi? Net görüntüler ama belirsiz vaziyetlerim var. Camii avlusunda, koca ve yapraksız çınarın altında, abdest tazelemiş camii duvarları da mı anlatmaz vaziyetimi? Hem, bunlar vaziyet mi yoksa sadece mekân mı? Camiyi en son terk eden amcanın ayağını çekecekle ağır ağır ayakkabısına ittirmesinde bile yok muyum ben yoksa? Onun koyu kahve bastonuyla titreye titreye yürüyüp bana yaklaşırken-
Edebî bir köşe.