Dokuz aylık oynarlardı küçükken. İlk dokuz golü yiyen anne olurdu ve anne olanla dalga geçilirdi. Sonuçta bir erkeğin anne olması gurur kırıcıydı. Çünkü orada mesele anne olmak değildi. Şeydi. Söylemeseler daha iyi olacaktı. Biraz bilinmez bir şeydi, ama küçük düşürücü olduğu kesindi. İçlerinde bir oğlan vardı. İyi gol atardı atmasına ama kalecilikte rezaletti; bu yüzden hep anne olurdu. Sadece bir oyunda kaleye oyunun sonlarında geçtiği için erkek kardeş olmayı başarabilmişti. Anne olmanın gurur kırıcılığı yüzünden diğer oğlanlarla sürtüşürdü. Kendini mazlum, hakkı yenmiş hissederdi hep ve hedefsizce bağırdığı ve ağladığı olurdu. Ağlayınca alayın dozu iyice artardı ve o da koşarak eve çıkardı, annesinin dizlerinde anne oldu diye ağlardı.
Tabii bir de bu mahalle grubunun bir yıldızı vardı. Oğlan hem havalıydı, hem güzel goller atardı, hem kalecilikte iyiydi, hem babası ona oyun konsolu almıştı ve hem de özel okula hostesli serviste gidiyordu. Bu oğlan çok şanslıydı ama diğer çocuklar ona çok şanslı olduğunu belli etmemeye çalışırlardı. Çünkü onun ne kadar şanslı olduğunu ona söyleyecek olursalar bu kendi adlarına bir mağlubiyet olacaktı. Gurur kırıcı olurdu bu, dokuz aylıkta anne olmak gibi. Bu havalı oğlan mazlum oğlanla çok alay ederdi mazlum oğlan anne olunca. Mazlum oğlan böyle deme dediğinde ne demeyeyim anne oldun yalan mı derdi. Hem böyle demek benim hakkım, çünkü sen dokuz gol yedin ve oyunun kuralları böyle deyip gülerdi. Mazlum oğlansa, bildiğiniz üzere, ağlardı.
Bir de bu mahalle grubunda bu yıldızın yanında dolaşan ve hep ona arka çıkan bir oğlan vardı. Bu oğlan büyüyünce şakşakçı olacaktı ve bu sayede zengin olacaktı. Küçük yaşında güçlüleri desteklemenin faydalarını kavramıştı ve bu sayede hayattaki yolunu da daha çocukken belirlemişti. Hem, sonuçta, insanları yeterince ezici bir çizmeyle ezecek olursa, insanlar onun nasıl zengin olduğuyla değil, zengin olduğu gerçeğiyle ilgilenecek ve onu kendisini tatmin edecek bir şekilde çekiştireceklerdi. Bu sayede şakşakçılığın gurur kırıcılığı perdelenmiş olacaktı. Ancak, havalı çocuğun aksine, sürekli bir mücadele içinde olması gerekecekti ve bu onu çok yoracaktı. Yine de, bunların ne önemi vardı ki, en azından zengin olacaktı. Şakşakçı çocuk mazlum çocuk anne olduğunda şuna benzer şeyler söylerdi: Haha anne oldun ağlama ağlama sen de bu duruma düşmeseydin ne işte sen de anne olma ki böyle dalga geçmeyelim senle hahaha hem ne var ki bunu demekte yani sonuçta annesin ki hem havalı oğlan -tabii o ismini söylerdi- da böyle diyorsa ona karşı mı geleceksin ki gelebilir misin ki?
Bir gün, kader bu ya, bu şakşakçı çocuk anne oluvermişti. Mazlum çocuk durur mu, savurmuştu şiddetli kahkahalarını şakşakçı çocuğa doğru. Havalı çocuk, bir noktadan sonra, bir yandan da şakşakçı çocuğu önemsemediğini göstermeye çalışan bir mırın kırınla, hadi devam edelim deyip şakşakçı çocuğu korumuştu. Havalı çocuğun bu tavrı, şakşakçı çocuğun ona bağlılığını öyle bir artırmıştı ki. Hem havalı çocuk alaya katılmadığı zaman alay havalı olmuyordu; bu yüzden de eğreti kalıyor ve uzun süremiyordu. Bu yüzden mazlum çocuğun bütün zaferleri eksik kalmaya mahkûmdu.
Birkaç oğlan daha vardı ama onlar önemsizdi. Bu oğlanlar ortalama bir hayat süreceklerdi ve hiç düşünmeyeceklerdi ki bu üç oğlan da onların hayatlarının sıradanlığına özenecekler; sosyal medya paylaşımlarının sıkıcılığında garip bir samimiyet hissedeceklerdi ve ne zaman onlarla karşılaşsalar onlara membaı bilinmez bir muhabbetle yaklaşacaklardı. Bu oğlanlar onların samimiyetinin sebebini kavrayamayacak ve bu sebeple mesafeli duracaklardı. Ama henüz bunlar olmamıştı.
Anlatacağımız günde bu arkadaş grubu yine dokuz aylık oynayacaklardı. Hava çok sıcaktı; ama oyun sıcak mıcak dinlemezdi. Önemsiz oğlanlardan biri mazlum oğlandan yalnızca bir kere az sektirdiği için kaleye geçmişti o gün. Elbette en çok sektiren havalı oğlandı. Hatta bir süre sonra sıkılmışlar ve önemsiz çocuklardan biri topu almıştı tamam seni kimse geçemez diye. Havalı oğlan hadi başlayalım dediğinde oyun başladığı için psikolojik üstünlük ondaydı; ama oğlanlar böyle şeyleri hissetmezdi. Büyükler de belki yalnızca uyduruyordu böyle şeyleri tespitte bulunma saplantısıyla. Her neyse, önemsiz oğlan ilk golü yine önemsiz bir diğer oğlandan yedi. Havalı oğlan hafif rüzgârlı bir sevinç koşusu yaptı. Hafif rüzgârlı, çünkü daha ilk golden çok sevinmek havalı değildi. Sonraki gol şakşakçı çocuğun asistiyle havalı oğlandan geldi. Havalı oğlan yine hafif rüzgârlı koştu çünkü bu şakşakçı çocuğa yüz vermeye gelmiyordu. Şakşakçı oğlan yeterince cereyan yapıyordu zaten. Sonra mazlum oğlan topu sektirerek gol atayım derken yerde iki kere dokunmuş oldu ve kaleye geçmek durumunda kaldı. Havalı çocuğun yüzüne hınzır bir gülümseme geldi. Hadiiiiii, dedi. Mazlum oğlan havalı çocuğun havasında boğulmamalıyım dedi kendi kendine. Ancak mazlum oğlan ne tepki verirse versin, havalı çocuğun tepkisinin altında ve saçma sapan olacaktı; çünkü tepkisi ona karşı meydana gelecekti ve sırf bu yüzden onun üzerine çıkamayacaktı.
Bu esnada şakşakçı oğlan anne geliyor mu yoksaaaa diye ortamı harlamayı ihmal etmemişti. Mazlum oğlan bu şakşakçı çocuğa geçit vermemeyi başarıyordu; çünkü, kendisi sulugöz olsa da, en azından bir çeşit haysiyet üstünlüğü vardı şakşakçı çocuğa karşı. Hadi yap da görelim, dedi. Havalı oğlan siftah yapmasa iyi olurdu diye düşünürken, bir ortaaaa ve demin kaledeki önemsiz oğlan ilk golü atmıştı.
Mazlum çocuk ilk golü yedikten sonra mahallenin kızları geldi. Üç kız vardı. Kızlardan biri şişman ve havalıydı. Şişman ve havalı olmayı yaşıtlarından olgun davranabiliyor olmasına borçluydu. Yoksa zayıfça ve havalı kız olmaya çok daha uygun bir kız vardı ama o kız fazlaca zayıf ve fazlaca ürkekti. Hem kambur dururdu; havalı bir insan kesinlikle kambur durmazdı. Bu havalı kız erkek Fatma dedikleri cinstendi, bazen dokuz aylık oynadığı dahi olurdu. Diğer kız ise önemsiz kontenjanındandı ve bu kontenjandan oluşu sebebiyle önemsiz oğlanlardan biri ona âşıktı. Havalı kız bu sıcakta top mu oynanır oğlum dedi, havalı çocuğu muhatap alarak. Sen karışma kızım, dedi havalı oğlan, hem bak Ersin kalede anne yaparız oyun hızlanır zaten. Kaç aylık dedi; havalı oğlana biraz yanıktı aslında ama havalı oğlan hiç ona bakmıyordu. Daha yeni kaleye geçti dedi şakşakçı, ama bir aylık daha ilk dakkadan. Önemsiz kız ay hadi biz de oturup izleyelim bari dedi ve kızlar ellerinde çekirdekle duvara yaslandılar.
Şakşakçı oğlan oyuncu bir edayla üç kere sektirip çaktı topu ve gol oldu. Ersin bir anda dört aylık olmuştu. Annnneeee diye yılışık yılışık bağırdı önemsiz oğlanlardan biri. Havalı kız havalı havalı güldü; ama havası çekirdeğin boğazına kaçmasıyla söndü. Havalı oğlansa kesik kesik güldü. Ersin hırslandı, ellerini sürekli açıkta tutuyordu artık, beşliğini de kapatmıştı yoksa direkt anne olacaktı. Havalı oğlan artık sahneye çıkması gerektiğini düşündü ve sade ama şık bir golle Ersin’i beş aylık yaptı. Sonra hırslanmış Ersin’i kaleden açığa çıkardı ve şık bir çalımla, önemsiz çocuğa yaptığı asistle Ersin’i altı aylık yaptı. Şakşakçı oğlan annneeeee diye bağırmaya başladı uyuz uyuz. Zayıf kız ürkek ürkek güldü ve Ersin’e yine gidiyon hee aut yaptır da şunlara oyuna dön dedi. Ersin üzerindeki baskının arttığını hissetti. Yedinci gol gecikmedi, bu sefer şakşakçı oğlan atmıştı. Bu golden sonra havalı oğlan tamam artık bana bırakın da çıkarayım şunu dedi. Güzel ve yavaş bir pas aldı, sektirdi, sektirdi, sektirdi, sektirdi, sektirdi -bu esnada herkes hayranlıkla onu izliyordu çünkü profesyonel bir futbolcu gibi ellerini iki yana gayrı ihtiyari bir edayla açmıştı ve gözleri kusursuz bir dikkatle topu takip ediyordu- ve sonra kaleye ters dönüp topu biraz daha yukarı fırlattı ve dehşete düşüren bir cesaretle röveşata çaktı.
Ooooooo diye bağırdı çocuklar ama ooolar yarım kaldı. Ersin ters tarafa atlamıştı gerçi; ama top da dışarı gitmişti. Ha ha diye ünlemle güldü Ersin, geç bakalım Özgüüür var ya seni anne yapmazsam ben de neyim! Kızlar heyecanlandı, güzel bir çatışma olacaktı anlaşılan. Şakşakçı oğlan üzülmüştü; ama oyundu bu; şimdilik böyle devam edecekti.
Ersin elinde çok büyük bir fırsat olduğunun farkındaydı. Özgür’ün havası, atmosferden taşacakken yakıtı bitmiş roket gibi sönüvermişti; şimdi onu yere gömebilirdi. Özgür’ü anne yapsa, ya da en azından şöyle bir altı aylık yapsa, havalı olurdu. Kızlar vay be derdi. Alaycı alaycı güldü Özgür, uçma Ersin dedi. Ersin inanırsam neden olmasın diye cevapladı ciddi bir tonda. Eh bazı gerçekler var da ondan, dedi Özgür, senin iki dakikada yediğin yedi gol gibi mesela!
Ersin Özgür gibi davrandı. Önce gol atmaya pek yanaşmadı, paslar, havalı sektirmeler, asistler… Önemsiz oğlanlar biri üç sektirmeli, biri yerden olmak üzere iki golle havalı çocuğu dört aylık yaptılar. Ooooo Özgür dedi kara Fatma, sen gol yer miydin yaa? Özgür eh benle oynaya oynaya bir şeyler kaptılar dedi profesyonel bir memnuniyetle. Kara Fatma’nın attığı çamur boşa düşmüştü. En büyük aşklar nefretle başlar diye duymuştu havalı kız, bu yüzden arada Özgür’ü böyle gıcıkladığı olurdu. Önemsiz kız önemsiz çocuğa alkış tutmuştu, vurdu gol oldu diye bağırmıştı Özgür dördüncü golü yediğinde. Önemsiz oğlan sessizce gülümsemişti, ne kadar da güzel şu hayat diye düşünmüştü.
Dördüncü golden sonra Ersin’in güveni yerine gelmişti. Artık sahneye çıkabilirdi. Yerden başlayacaktı; havadan attıklarını Özgür tek hamlede tutarsa kaleye geçmesi gerekecekti çünkü. Ama Özgür’e yerden gol atmak zordu, zira boyu biraz uzunca olduğundan ayakları her yere yetişiyordu. Üç kere denedi Ersin; ama gol atamadı. Özgür yine psikolojik üstünlük sağlayacak oldu, sıkıysa havadan atsana lan korkuyon di mi dedi. Ooooo dedi kızlar. Kızlar oooo dedi mi bu meydan okuma ne olursa olsun karşılık bulmalıydı. Ersin önemsiz oğlandan pas istedi, iki sektirip korkuyla çaktı. Ne hikmetse gol oldu. Özgür böylece altı aylık olmuştu. Ersin Özgür’ün sağlam adımlarla yaptığı zafer koşularının aksine, tüy gibi havada süzülerek kızlara doğru zafer koşusu yaptı. Bu koşu Özgür’ü çok rahatsız etmişti. Hele bir de sonra Ersin’in kızlarla oley oley oley yapması yok muydu… Özgür, Ersin’i haremine göz dikmiş bir hayvan olarak gördü ve vahşi bir tutkuyla topa sarıldı. Acayip bir güç gösterisi: Hiç gol yemedi; öte yandan tek hamlede havada tutup birilerini kaleye geçirtebileceği halde bunu yapmadı ve hatta dışarı giden topları dahi ayağıyla kurtardı. Kızlar Özgür’ün çok sinirlendiğini anlamışlardı ve bu azminden dolayı onu korkuyla takdir etmişlerdi. Özgür’ü havalı yapan şey işte buydu. Farklılık konusunda Özgür’ün üstüne yoktu.
Özgür’ün vahşi hırsı Ersin’i afallatmıştı. Bu hırs karşısında mağlup olan kendisiymiş gibi görünmemek için, gol atma çabalarına biraz ara vermişti. Daha çok önemsiz oğlanlarla şakşakçı çocuğa pas veriyor, orta açıyordu. Ama yok işte, olmuyordu. Oyun tıkanmıştı. Hava çok sıcaktı ve bu tıkanmışlık herkesi bıktırmıştı. Derken şakşakçı oğlan dahi Özgür’e sinirlenmiş olmalı ki apansız topu çok uzağa atıp kaleye geçti. Ancak Özgür o an topu tekrar dışarı atıp tekrar kaleye geçti. Ve inatla kaleyi savunmaya ve kalede kalmaya devam etti.
Herkes çok sıkılmıştı. Özgür’ün bu yaptığının hiç de havalı olmadığını söylediler ona. Ama o aldırmadı. Gurur meselesi yapmıştı bunu. Nerede görülmüştü Özgür’ün bir anda altı aylık olduğu? Görülmemiş şeydi bu. Bu görülmemiş şey, Özgür’ü kör etmişti. Hırsı ve azmiyle namusunu iyice temizledikten sonra kaleden çıkacak ve Ersin’i tek hamlede anne yapacaktı. Namusunu kurtarmanın başka yolu yoktu.
Ersin de boş durmuyordu bu esnada tabii. O da kendince bir strateji geliştirmişti. Madem Özgür defansta duruyordu; onu yenmenin tek yolu ofanstı. Şakşakçı çocuğa at bana yavaşça dedi. Şakşakçı oğlan tekliften dolayı ürktü. Özgür’e baktı. Özgür, öfkeyle atsana dedi şakşakçı çocuğa. Ersin topu aldı. Sektirmeye başladı. Yedinci sektirmede tıpkı Özgür’ün yaptığı gibi kaleye arkasını döndü ve röveşatasını çaktı. Özgür işte fırsat bu fırsat dedi. Sonunda Ersin’i ofansif davranmaya zorlamıştı. Şimdi onu müthiş bir hezimete uğratabilirdi. Ama önce golü yememesi lazımdı. Topun gelişini bir an görebildi ve topu tutmak için atlayacaktı ki, ayakkabısının bağcığına takıldı ve… Düştü. Özgür düşünce herkes güldü. Herkes güldüğüne göre kimse özgürce gülmemişti. Demek ki gülmek bir çeşit esaretti. Özgürlüğü farklılıklar mı belirler sınırlar mı söylenmedi. Üstüne üstlük bir de gol olmuştu. Goooooooooool veeeeee Özgüüüüür annnneeeeeee diye bağırmıştı Ersin, anne kelimesini ıngaaaa der gibi rahatsız edici bir şekilde söyleyerek, sağlam adımlarla ve gönenç omuzlarla koşarak. Özgür, tozun içinde, yerden, Ersin’in kızlarla oley oley oley yapışını izledi. Başına üşüşen şakşakçının yukarı taraftan kadrajına giren kafasına ve abi deyişine tükürmek istedi. Önemsiz oğlanları bir kâğıt gibi buruşturup atmak istedi. Ateşler içinde yükselip Ersin’i yakmak istedi. Şu Ersin, hani şu sürekli anne olup ağlayan sulugöz Ersin kendisine röveşatayla gol atıp kendisini anne mi yapmıştı? Hani şu Ersin? Hani şu anda kendisi gibi hafif rüzgârlı koşan Ersin? Taklitler asıllarını mı yaşatırdı? Hayır, taklit aslını mağlup etmişti bir röveşatayla. Özgür anneeeeeee diye bağırarak koşuyordu Ersin, ardına önemsiz oğlanları da takmıştı ve kızlar da tribünden Özgür anneee diye Ersin’e eşlik ediyorlardı. Bu nasıl olurdu? Susmaları lazımdı. Derhal susacaklardı. Susun. Ayağa kalkıp hışımla bağırdı: Tamam, susun! Bir an hepsi haşmetinin gölgesine düşecek gibi oldu; ama Ersin geri durmadı: Özgür anneciğiiiiiiim diye pişkin pişkin bağırdı. Özgür’ün gururuna dokundu bu, sonra bir çürük gibi yayıldı ve onu hasta etti. Susun diye bağırdı tekrar ve Ersin’e doğru öfkeyle yürüdü. Ersin’in umurunda değildi: Anne oldun yalan mı dedi. Hem böyle demek benim hakkım, çünkü sen dokuz aylık oldun!
Özgür düşündü ve bir şey diyemedi. Ama demesi lazımdı. Tamam, yeter artık dedi. Haa, yeter mi, siz bana yaparken iyiydi, nasılmış dedi Ersin. Kızlar da başlarını sallayıp Ersin’e hak verdi. İstediğim gibi söylerim, hiç de karışamazsın bile diye ünlemle bağırdı Ersin, ben gerçekleri söylüyorum! Özgür bir şey diyemedi, diyemeyince kızarıp bozardı. Şakşakçı çocuğun Ersin’i alkışlamasını görmek ise en acı darbe oldu. En aşağılık gördüğü insan dahi ondan üstündü artık ve yeni havalı çocuğun yanındaydı. Özgür maalesef onların da göreceği şekilde ağlayarak oyun alanından uzaklaştı. Arkadan gülüşmeleri işitiyordu.
Özgür düşünce, hem de küçük düşürücü düşünce, bir daha asla adım bile atmamayı diledi içinden. Adım atmayınca düşemezdi de. Ama o zaman da durduğu yerde dengesini kaybetme ihtimali vardı. Üzerinde durduğu zemin ayaklarının altından kayabilirdi. Otursa mıydı? Ama oturunca kamburu çıkardı; havalı çocuklar kambur durmazlardı. Sağlam bir yerde durmalıydı, önemli olan buydu. Ayrıca düşmemek için sağlıklı ve kuvvetli bir vücut gerekiyordu. Vücudu sağlıklı tutmanın yollarından biri de düşmemekti. Sakatlandığı takdirde, mesela tekerlekli sandalyeye muhtaç olsa, o zaman biri gelip onu tutar, istediği yere götürürdü. Hem teker üstünde durulmaz, fren vesaire olsa da bir şey olur da kayar. Ama sağlam yer neresiydi? Sağlam yer gerçeklerin yeri diye düşündü. Çünkü gerçeklerle oynanamazdı. Ama ya gerçekler değersizleşirse? Ya hayaller ya da yalanlar hoşa giderse? O zaman durduğu yer doğru ama yine de kaygan olmayacak mıydı? O zaman fark etti şakşakçı çocuğun ne kadar hin olduğunu. Ama o da elbet bir gün bir zeminden diğerine koşarken düşecekti. Koşarken düşmek çok utanç vericiydi. Peki ya Ersin’e ne demeli? Ersin de düşecekti; çünkü Ersin’in derdi sağlam yerde durmak değil kendi yerinde durmaktı. Eh, kendi yeri de insanın kimi zaman kaygan olur, tıpkı kendisindeki gibi. Hem kendi yerinde durmanın da rehavet gibi tatlı ama zehirli bir bedeli vardır. Rehavet seni hissettirmeden ayakta durur hâlden yatar hale getirir ve bir bakarsın ki omurgasızsın; mümkün değil ayağa kalkamazsın. Peki ya önemsiz çocuklar? Onlar güvende, çünkü onlar bu düzlemde yoklar. Bunları düşünenler onların belirsizliğine kâh üzülüyor kâh özeniyorlar.
Özgür düşünce bunları düşünmedi; ama özgür düşünce bu tip şeyleri düşünmemekti.
İlk Yorumu Siz Yapın