İçeriğe geç

Mübah

Yağmur başlayacaktı. Hızla geçti ışıkların oradan karşıya. Kaldırımda temkinli adımlarla ilerledi. Seslerin birbirine girdiği, gökdelenlerin insanın üstüne geldiği bir keşmekeşi aşması lazımdı. İleriki ışıkların orada durdu. Yukarı baktı. Bir gökdelen vardı; o kadar yüksekti ki gökdelen, bulutlar sarmıştı üst katlarını. Yürüme vakti. Gök gürledi ilk adımını attığında. O ilk adımı sanki bu dünyada yaptığı en kudretli eylemdi. İçine anlamsız bir sevinç geldi.

İleriden sola döndü. İki uzun binanın arasında dar bir sokaktı burası. Çöp tenekeleri art arda ve dopdoluydu. Üç tane solda, ileride üç tane de sağda vardı. Zikzak yaparak aştı tenekeleri. Sonunda varmıştı. Gök gürledi tekrar. Voltaya başladı. Volta atmadığı günleri özlüyordu. Eski günlerini. Delifişekti o günlerde. Bir fişek gibi hızlı geçmişti o günler ve bir fişek kadar parlak geçmişti o günler ve en sonunda bir fişek kadar yakmıştı canları. Ne yapabilirdi ki, düzen böyleydi işte. Hâlâ da böyle ve hep de böyle olacaktı. Çünkü kaynak ilelebet az olacaktı; bu da vahşeti mübah kılacaktı.

Hâlâ gitmiyor aklından o görüntü siyah beyaz da olsa: Dostu nasıl da bakmıştı ona son bir kez… Yandılar hepsi sonra bir ayinin kurbanları gibi. Yanıyorlardı öyle ki dumanları yükseliyordu bilinmeyen göğe. O ateş öyle ki keşke boğsaydı dumanında zalimleri. O ateş öyle ki keşke büyüseydi de sarsaydı dört bir yanı. Öfkelenseydi Yaradan ve kahretseydi bu ateşle ateşe verenleri. Tuzağa düşürseydi tuzağa düşürenleri. Göğe yükselen duman çekseydi ateşi kendine ve ateş yağsaydı gökyüzünden zalimlerin evlerine. Zalimler ölmeseydi de zalimlerin dostları ölseydi. Zalimler ölümü izleselerdi. Zalimler bir tek kendileri kalıncaya kadar yaksaydı ölüm her bir yeri.

Bir çıtırtı duydu. Arkasını döndü. O gelmişti. Kafasını salladı. Saklanma vaktiydi. Yağmur serpiştiriyordu. İlerlediler. Sağa saptılar, daracık bir çıkmaz sokağa. Çöp tenekelerine tırmanıp binaya çıktılar. Tam o anda onların kokusunu duydu. Geliyorlardı. Koşuşmaları duydu. Bu defa büyük bir baskındı herhalde. Sadece onun gelebildiğini düşündüğünde istihbaratın ne kadar az yayıldığını fark etti. Çünkü vahşet mübahtı ve vahşet yalnızlaştırıyordu. O da ondan duymamış olsaydı gelemeyecekti büyük ihtimal.

Çabucak içeri geçtiler. Geçen geldiklerinden beri bıraktıkları gibiydi. Koltuğa serildiler. Dışarıdan haykırışlar geliyordu. Çok yakındaydılar. Bağırışlar, çağırışlar, nafile çırpınışlar. Korkuyorlardı. Güvendelerdi; ama gerçek şuydu ki her geçen gün daha az güvendelerdi. Vaziyet böyleyken daha kaç gün yaşayabileceklerdi ki? Daha kaç gün bu koşuşturmaya devam edeceklerdi ki? Hayatı devam ettirmek temel bir eğilimdi; ama bu yaşlı bedeniyle, aç ve açıkta haliyle eceliyle ölmek masum bir ihtiyaç değil miydi?

Ne kadar süre geçti bilmiyordu; ama her şey eski gürültüsüne döndü. Haykırışlar dindi. O kalktı koltuktan. Gel anlamında kafasını salladı. Onu takip etti. Hep çıktıktan sonra sola döner ve gerisin geri giderlerdi. Bu defa sağa döndü. Ona tekrar kafasıyla beni takip et anlamında işaret etti. O da takip etti. Onun yardımları saymakla bitmezdi. Ne zamandır yemek bulup getiriyordu; arada gelip vakit geçirdiği bile oluyordu. Bazen onu hiç sahip olmadığı oğlu gibi görüyordu ve duygulanıyordu. Dostunu hatırlıyordu her duygulandığı vakit. Alevler sarıyordu gözlerini ve o ateş zalimleri yakacağına onu yakıyordu sonu gelmez kâbuslarda.

Birden durdu. Karşıyı gösterdi. Herhalde önden gitmesini istiyordu yaşlı olanın. İnsanların içinde yolunu çok kolay bulabiliyordu yaşlı olan. Derken, birden o kokuyu duydu. Olanları anlayamadan başına bir çuval geçti. Debelendi. Duman kokuyordu çuval. Dostunun küllerindendi sanki çuval. Fenalaştı. Havladı bir kere. Yine havlamaya çalıştı ama adam ağzını sıkı sıkıya tutmuştu ve bağlamaya başlamıştı. Arka ayaklarıyla debelendi. Nafile. Artık onun da işi bitmişti. Oğlu gibi sevdiği köpek onu bitirmişti. Kızmak istiyordu ona, haykırmak istiyordu nasıl yaparsın diye. Ama bağlamışlardı ağzını artık. O da büyük ihtimal kaçmıştı çoktan. O da yaşlı köpeğin eski günlerindeki gibiydi işte; o yüzden oğlu gibi sevmişti belki de. Zaten, o da yapmıştı aynı hayvanlığı dostuna. Hep böyleydi ve böyle olacaktı: Yaşamak mübahlaştıracaktı vahşeti.

Kategori:2013diğerGenelhikaye

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir