İçeriğe geç

Kategori: 2013

Mübah

Yağmur başlayacaktı. Hızla geçti ışıkların oradan karşıya. Kaldırımda temkinli adımlarla ilerledi. Seslerin birbirine girdiği, gökdelenlerin insanın üstüne geldiği bir keşmekeşi aşması lazımdı. İleriki ışıkların orada durdu. Yukarı baktı. Bir gökdelen vardı; o kadar yüksekti ki gökdelen, bulutlar sarmıştı üst katlarını. Yürüme vakti. Gök gürledi ilk adımını attığında. O ilk adımı sanki bu dünyada yaptığı en kudretli eylemdi. İçine anlamsız bir sevinç geldi.

Piyango

Geçip gidiyordu ki bir anlık gafletle arkasını dönüp dilenciye baktı. Beş parasız, beş para bekler hâline. O da bu günlerden geçmişti. Hayat ne de garipti, ne hızlıydı akış…

“Bir beşlik atsaydın ya kardeş…”

Merhamet Oyunu

MERHAMET OYUNU

(Nazif’in evinin salonu. Oda karanlık, yalnızca şöminenin loş ışığının önüne oturmuş Güzide ve kardeşi Mine görünüyor. Güzide, seyirciye arkası dönük, şöminenin kenarında hıçkırarak ağlamakta. Mine elini Güzide’nin omzuna koymuştur, o da seyirciye dönük bir hâldedir. Karanlık bırakılan sol tarafta kapı yavaşça açılır.)

GÜZİDE: (Hıçkırıklarının dinmesi biraz vakit alır.) Lütfen… git.

NAZİF: (Karanlık taraftan aydınlık tarafa doğru yürürken) Lütfen, izin ver-

GÜZİDE: (Yüzü hâlâ şömine tarafına dönük, elini ona doğru kaldırır.) Lütfen, gelme, git! Seni… seni affetmem lazım.

Dalgıçla Buluştuğumda

Bu hikâye, Dergâh dergisinin 280. sayısında (Haziran 2013) yayımlanmıştır. Buradaki metin ise dergidekine kıyasla bazı düzenlemeler barındırmaktadır.

Görmedi onlar; bilmedi onlar. Olsun ya, hikaye bu ya, böyle olacakmış. Ben yine de inatla gidiyorum her gün. Sahile gitmek zaten on beş dakika. Yirmi dakika bekliyorum ve sonra gidiyorum. Hep kerahat denen o vakitte gidiyorum; güneş battı batacak, minare yandı yanacak. Güneş o an bir dağın ardına düşmüş oluyor; o yüzden iyice karanlık oluyor sahil. O günden beri denizin dalgalı olduğu gün olmadı. Hep sessizce vurdu dalgalar mükemmel kuma. Kum taneleri sütlü kahve; dalganın köpüğü koyulaştırıyor arada. Ama o karanlıkla aydınlık arasında bunların hepsi muğlak; uyumaya çalışılan bir uykusuzlukla geçen zaman kadar anlamsız. Deniz belki en ölü renginde; rüzgâr mezarlıklardaki gibi efil.