İçeriğe geç

Merhamet Oyunu

MERHAMET OYUNU

(Nazif’in evinin salonu. Oda karanlık, yalnızca şöminenin loş ışığının önüne oturmuş Güzide ve kardeşi Mine görünüyor. Güzide, seyirciye arkası dönük, şöminenin kenarında hıçkırarak ağlamakta. Mine elini Güzide’nin omzuna koymuştur, o da seyirciye dönük bir hâldedir. Karanlık bırakılan sol tarafta kapı yavaşça açılır.)

GÜZİDE: (Hıçkırıklarının dinmesi biraz vakit alır.) Lütfen… git.

NAZİF: (Karanlık taraftan aydınlık tarafa doğru yürürken) Lütfen, izin ver-

GÜZİDE: (Yüzü hâlâ şömine tarafına dönük, elini ona doğru kaldırır.) Lütfen, gelme, git! Seni… seni affetmem lazım.

(Nazif olduğu yerde çakılı kalır. Mine de duruma şaşırır ve geri çekilip Güzide’ye bakar. Güzide sessizce dururken Nazif ona sevgiyle bakar; yerinde duramaz olur, bir anda salondan çıkar.)

Hikayeler güzel değildir. Hepsi rezalettir. Siz bunları okurken beni hayal edemiyorsunuz örneğin. Oysaki anlatan, özellikle anlatanın sesi çok önemlidir. Bunu söyleyenin sesi sertse belki etkili olur; ama cırtlaksa bu saçma fikirler size itici gelir. Şimdi de belki sesimi gizemli bir adamın sesine benzetmişsinizdir. Diyorum ya, bir şeyler eksik burada, şu yazılanda. Hikâyeler, romanlar, duyguları hissetmeniz için değil, düşünmeniz içindir. Çünkü hissettirmek, yok, olmaz. Bazı deli adamlar yazarak her şeyi geçirmeye çalışır size. Oysaki bir gelsem ben ve bir geçirsem yüzünüze; hangi kelime böyle bir tokat atabilir ki size? Ben işte bu yüzden oyuncuyum bugün.

(Bir gazino. Sahnenin sağ tarafında gazinonun sahnesi, beyaz kıyafetli, sarışın bir kadın Duydum ki Unutmuşssun adlı şarkıyı söylüyor. Sahnede dört tane masa var. Üç tanesi yuvarlak ve küçük iken dördüncüsü uzunca. Masa örtüleri bordo, sahnenin arkasında da ahşap kaplama bir duvar var. Nazif, Mine ve Güzide dört beş kişiyle beraber uzunca masada oturmaktalar. Mine ve Nazif yan yana, Güzide ise Mine’nin karşısında.)

NAZİF: (Gülerek) … Ve sonra da dedi ki, abi ne diyon sen, nasıl götürem seni karşıya dedi. Meğer saf adam köprünün açıldığını duymamış!

MİNE: (Gülerek) Şaşılacak şey vallahi. Taksici olacaksın ve koca köprüden bihaber olacaksın. Ne kadar da cahil insanlar var.

GÜZİDE: Anadolu insanı değil mi, köylünün tekidir kesin. Köylü ne bilsin, daha adını göstersen okuyamaz ayol.

MİNE: (Büyük bir kahkaha atar.) Ay abla, ay Nazif Bey, bugün beni ikiniz de çok güldürdünüz, sizin şerefinize o zaman (Rakı bardaklarını tokuştururlar.)

Ay, çok heyecanlı bir bilseniz. Kelimeler yetmiyor işte anlatmaya. Görmeniz lazım beni. Ellerim titriyor desem, gözlerimde başka bir ışık var desem, hiçbiri, hiçbiri yeterli değil. O yüzden oyuncuyum işte ben de. Kelimelerin yetmediğini fark etmiş insanlarız biz. Sanki insan kıtlığı var şu üç günlük, beş kuruşluk, altı milyarlık dünyada da insanları kelimelere sıkıştırıyorlar. Ayıp vallahi. Gelsin insan işte, görsün kelimelere bağlı kalmadan. Kelimeler kadar düşünürsün derler ya, haklılar. Ama kelimeler kadar hissedersin demezler. Hislerin kelimesi yoktur. His dediğin ruhta, ruh dediğin bedende saklıdır.

 (Bir sokak dekoru: İki-üç katlı binalar, altlarında berber, bakkal ve bir tane de kafeterya. Kafeteryanın hasırdan sandalyeleri var. Bir tatil beldesi izlenimi uyandırıyor. Nazif ve Nazlı, kafeteryada oturuyorlar.)

NAZİF: Nazlı, ah Nazlı.. Bana neden bunu yapıyorsun? Aşk seçmek değildir, anlasana. Sen de demedin mi o gece seni seviyorum diye? (Sandalyede doğrulur, Nazlı’nın ellerini tutar.) Söylesene Nazlı, demedin mi seni seviyorum diye?

NAZLI: (Bir an durur, sonra ellerini çeker.) Ben senin ihanet etmene izin verirsem, bir ömür senin bana ihanet etmenden korkarım Nazif. Bunu bana yapma, rica ederim. Beni seviyorsan yapma bunu. Ben sevgimi kalbime gömmeye hazırım eğer onu seçersen; ama beni seçersen seninle sonuna kadar bu yolda yürürüm. Dediğim gibi, seçmen lazım. Onu aldatmana razı olamam.

(Nazlı kalkıp gider. Nazif onun arkasından bakakalır.)

Nazif olacakları ilk bana söyledi galiba. Kendimi yıllar sonra yine değerli hissettim Nazif’in gözünde. Kelimelerle her şey anlatılır belki ama bakışlar anlatılamaz. Bana öyle bir bakışı vardı ki bunları söylerken… Diyorum ya, anlatılamaz bakışlar, görmeniz lazımdı.

Ah Nazif, nasıl da tuttun ellerimi demin! Sanki o günü yeniden yaşadım. İşte budur oyunculuk. Görmenizi çok isterdim. Bakışlar, tutuşlar, aşkın kıvılcımlarıdır bunlar.

(Karanlık sahne. Nazif’in salonu. Yirmi beş saniye tamamen sessiz duruyor oyuncular. Ve sonra parlak ışıklar vuruyor öpüşmekte olan Nazif ve Nazlı’ya. Sonra tüm o ışıklar sönüyor ve spot ışığı kapı tarafına tutuluyor. Güzide her şeyi görmüş, şaşkındır. Tüm ışıklar kapanır.)

NAZİF: Güzide!

(Sessizlik. Kapı vurulur.)

NAZİF: Güzide!

NAZLI: Nazif?

PERDE

Ay Nazif; ah Nazif, vah Nazif… Sen, işte şu yanlış hayata sahip olanlardansın Nazif. Senin hayatına başkası sahip olsaydı şimdiye nerelerdeydi… Ah Nazif vah Nazif… Neden böylesin sen? Ne bu iyi adam olma hevesin senin? Değilsin işte iyi adam. Kelimelerle anlatılabilecek kadar alçakça bir hata yaptın Nazif. Hatta bir hata değil, iki hata yaptın. Nazlı günah, Güzide ise tercih. Ben neyim Nazif peki? Ah Nazif, vah Nazif… Ben olsaydım tercihin, kelimelerle anlatılsa masal olacak bir hayatın olacaktı Nazif.

İKİNCİ PERDE

(Bir tiyatro çıkışı. Bir sürü gazeteci. Aşırı makyajlı yüzü ve kırmızı elbisesiyle Güzide bir davetten çıkıyor. Kapıda bir sürü gazeteci var.)

GAZETECİ 1: Güzide Hanım! Eşinizin sizi aldattığıyla ilgili iddialar var, ne diyeceksiniz?

GAZETECİ 2: Peki Nazif Bey sizi kimle aldattı Güzide Hanım?

GAZETECİ 3: Peki boşanma davası açtığınız doğru mu Güzide Hanım?

GÜZİDE: (Bir süre mağrur bir şekilde yere bakar ve başını kaldırır.) Eşimin beni aldattığı iddia değil hakikattir. Ancak henüz ne yapacağım konusunda kesin bir karara varmamış bulunuyorum. İzin verir misiniz lütfen…

Nazif’im, her şeyi oyun sanır bu Nazif’im. O ünlü sözü neydi, hani yazıyorlar hep: Kendi hayatım sıkıcı bir oyun; diğer oyunları denemek istiyorum. Senin gibi bir karaktere sahip bir insan olacak mı acaba Nazif bir daha şu dünya denen oyun masasında? Senin yanında insan oyunu da gerçeği de birbirine karıştırıyor. Sanatın da bir iş olduğunu unutmamalısınız; yoksa oyunlar içinde oyunlar döner ve kaybolursunuz bu oyunların içinde. Kendi hayatınızı da oyun sanmak gafletine düşersiniz. Nazif öyle sandı; ama unuttuğu bir şey vardı ki oynadığımız kadar  oynatılırız da bu hayatta. Hep kontrol kendinde sandı Nazif; çünkü iyiydi ve çekingen değildi, bir şeyler yapardı hep. Protesto yürüyüşlerine katılarak kendini topluma duyarlı hissettiğini sanan tayfa vardır ya, öyledir Nazif. Yapıyorsa oynuyordu; yapmıyorsa oynatılıyordu güya. Ah Nazif’im ah… Sonuçta hep aynı şey: Oyun istiyorsun.

(Bir oturma odası. Ortada seyirciye dönük bej rengi üçlü bir koltuk, koltuğun iki yanında aynı renk iki adet tekli koltuk. Mine ve Güzide üçlü koltukta, Tarık tekli koltukta, elinde gazete.)

TARIK: A a, duydunuz mu haberi? Nazif’e verilen ödül… verilmemiş!

GÜZİDE: (Ayaklanır, Tarık’ın yanına gazeteye bakmaya gider.) A aaa, dur bakayım.

TARIK: (Haberin başını mırıldanarak okur ve devam eder) …ve üç defa Altın Greyfurt ödülü kazanmış olan Nazif Tamlayer, bu sene Üçüncü Oyun adlı filmdeki performansıyla En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü dördüncü defa kazanmıştı. Ancak ünlü oyuncunun eşi Güzide Tamlayer’i aldattığı iddiaları bizzat Güzide Tamlayer tarafından doğrulanınca, jüri dün yaptığı basın toplantısında ödülü durum aydınlanana kadar Nazif Tamlayer’e teslim etmeyeceğini açıkladı. Festival tarihinde ilk olan bu durumu kimi oyuncular eleştirirken, kimisi de yerinde buldu…

MİNE: Çata çata bu zamana çattı demek ha…

GÜZİDE: Beni aldatmak neymiş görecek o!

TARIK: Hâlâ anlayabilmiş değilim…

GÜZİDE: Neyi?

TARIK: Nasıl bu riski alabildi? Ünlü adam yani, şimdi bayağı şöhreti etkilenecek. Zaten Güzide burada mağdur durumda. Sana da prim olacak bu bir yandan.

GÜZİDE: (Ayağa kalkarak) Ne primi Tarık Allah aşkına? Kocam burada beni aldatmış, prim diyorsun! (Gider,ardından kapıyı hızla çarpar.)

TARIK: Keşke yarın şu boşanma işi hallolsa da rahatlasa ablam. Adım atsam suç işlemiş muamelesi görüyorum.

MİNE: Dur bakalım, hayırlısına varır her şey.

(Nazif’in salonu. Sadece şöminenin ışığı var. Nazif köşedeki büfeden bardağına içki doldurur ve oturur. Elindeki bardağı döndürür, bardağı detaylıca inceler.)

NAZİF: Dertleri değil de aklımı götürüyorsun be birader. Dertleri götüreninden yok mu senin?

(İçkiyi bir dikişte bitirir. Tam ayağa kalktığında ışıklar kapanır, dış kapının kapanma sesi gelir. On saniye sonra kapı tarafı aydınlanır ve Güzide salonun kapısında gözükür. Saçını topuz yapmış, göz kamaştırıcı kırmızı renkte bir ruj sürmüş; siyahlı beyazlı bir üst ve siyah, geniş bir pantolon giymiştir. On beş saniye sonra, Nazif’in bulunduğu bölge de soluk bir ışıkla aydınlanır.)

NAZİF: (Gözlerine inanamayarak) Güzide!

GÜZİDE: Nazif…

(Kısa bir sessizlik olur.)

GÜZİDE: Nazif, ben seni… seni seviyorum. Senden ayrılmak, kalbime bıçak saplamaktan farksız. Sen bana ihanet ettin; ama ben seni cezalandıramam. Gel, lütfen bir daha böyle bir hata yapma ve… devam edelim.

NAZİF: Gü-Güzidem… Güzide… Allah’ım, rüya mı bu? Ama bu, bu… (Ağlamaya başlar.)

(Nazif Güzide’ye doğru hiddetle yürür ve ona bir tokat atar. Tokat atılırken sahnede tüm ışıklar gözü kör edercesine parlayıp söner ve okkalı bir tokat sesi bu ışıklara eşlik eder.)

Tekrar soruyorum; hangi kelime böyle bir tokat atabilir ki size? Onlarca insanın önünde, tam da kibriniz doruklara tırmanmışken; sizi hangi yerçekimi yerin dibine böylesine sokabilir?

Ah, işte oldu! Allah’ım, içimin yağları öyle bir eridi ki… Allah’ım, ah, aşk insanın içinde patlamıyor; sürekli şişen ama patlamayan bir balon şu aşk. Öldürmese keşke… Bundan sonrası çok önemli. Derin bir nefes al Mine ve en iyi yaptığın şeyi yap: Oynamayı.

Fark etmediyseniz söyleyeyim; oyun bitti. Bitmedi de, paralel evrene geçtik diyelim. Artık gerçekler sahnede. Ancak yine de oyun Nazif için. Ben de bunun için sevmedim mi Nazif’i zaten? Beni o oyunların mutlu diyarına götürdüğü için… Belki her şey durulunca bu defa önümüzde hiçbir engel olmadan beraber oluruz. Elimi bugün tuttuğu gibi tutar her gün…

GÜZİDE: (Sanki oyun gereği böyle imiş gibi davranarak) N-Nazif… Ne yapıyorsun? Sen—

NAZİF: (Arkasını dönüp gitmeye kalkışan Güzide’ye yetişmek için bardağı öfkeyle yere fırlatır ve onu kolundan tutar.) Yok öyle kaçmak, gel bakalım! Oyun bitti Güzide Hanım, artık gerçekler konuşuyor! Sen belki beni parmağında oynattın; ama bu oyunda köstebekler de var, unuttun! Yok, bakma bana öyle Mine, bu oyunda gizli bir şey kalmayacak! İşte köstebek şu an şu perdenin ardında duran kardeşin! Plana gelin hele: Meğer bu aldattığım kadını siz sevgili basın mensupları vesaireler kucakladınız da kadın bunu fırsat bildi! Beni ömür boyu pişmanlığa mahkum etmek için beni affetti! Böylece beni ömr-ü hayatım boyunca parmağında oynatacaktı ve paracıklarımın keyfini sürecekti. Bu oyunun ismi, hanımlar beyler, Merhamet değil; bu oyunun ismi Merhamet Oyunu!

GÜZİDE: (Kolunu Nazif’ten kurtarır.) Nazif, neler diyorsun sen? (Sahnenin kenarındaki Mine’ye döner.) Mine, sen, sen neler dedin Nazif’e?

MİNE: (Sahneye girer.) Yalan mı abla? Düzenin bu değil miydi? Tüm ömrü boyunca adamı harcadın bir merhamet oyunu düzerek!

GÜZİDE: Siz, sen… Neler diyorsunuz? Nasıl bir şeye inandırmışsınız kendinizi?

NAZİF: Mine? Söylesene. Anlat.

MİNE: (Çekinir.)

NAZİF: Mine, hadi!

MİNE: Abla, aslında şüpheleniyordum. Senin Nazif’i sevmediğini sanıyordum hep. Ya da kıyasla Nazif seni o kadar çok seviyordu ki, senin sevgin gözükmüyordu. Ve sonra, geçenlerde, seni, seni… Tarık ile görünce—

(Hâlâ neyin gerçek neyin sahte olduğunu anlayamamış seyirciler gittikçe daha fazla gürültü yapmaya başlamışlardır. Mine bunu söyleyince hayret nidaları kopar.)

GÜZİDE: Mine, neler diyorsun sen? Ne Tarık’ı, neler diyorsun sen?

MİNE: Yalan mı abla, inkar etme hâlâ! Hem sen Nazif’e döndüğünde olanlara baksana!

GÜZİDE: Bana bak, yalan söylemeyi bırak artık! Nasıl bir oyun düzücüsün sen? Nazif saplantından kurtul artık! Günlüklerini okudum; zorlamasaydın gerçekler yalnızca o sayfalarda kalırdı. Ama acaba sen bu sahnede ne oyunlar düzüyorsun Mine? Sonunda Nazif’i kazanacağın bir oyun bu sence, değil mi?! Ama yok! Nazif benim kocam ve de öyle kalacak!

NAZİF: (Şaşkınlıkla Mine’ye döner.) Mine, doğru mu bu?

MİNE: (Nazif’e bakar, bir süre durur.) Ablamın seni kandırdığı kadar doğru. (Kaçar.)

(Nazif karşıya perdeleri kapatması için işaret eder.)

PERDE

Güzide gitmeye kalkışan Nazif’i durdurur:

“Anlayamıyorsun değil mi hâlâ? Benim sana yalandan merhamet ederek sefa sürdüğümü sanacak kadar basit düşünüyor Mine. Kendi dünyasını sana olan aşkı üzerine kurmuş. Onu değil de beni seçmen bir hata onun için! Ama senin hatan değil, sen safsın; ben yaptım hatayı; senin aklını çelmek benim hatam. O yüzden ben kötü karakterim. Sana dönüşümün kötü bir sebebi olmalıydı; o da demin dediğin merhamet oyunuydu Mine’ye göre. Onu bugüne kadar hep senin beni sevdiğin değil de hata yaptığın düşüncesi ayakta tuttu. ”

“Peki niye bu kadar uzun süre bir şey yapmadın?”

“O oyunlarla yaşasın da ben yaşamayayım mı? Ben de senin Mine’yi sevebileceğini sanıyordum. Altından Nazlı çıktı. Döneceğimi bilerek gittim ben. Dönmem gerekiyordu; çünkü dönmezsem ve sen Nazlı’ya gidersen; Nazlı Mine’nin oyunundaki yeni kötü karakter olacaktı.”

“Beni elde edene kadar devam mı edecekti, neler diyorsun sen Güzide?”

“Evet, tam olarak da bunu diyorum Nazif! Mine neler yazmış günlüğüne bir bilsen… Ben de bu oyunu düzdüm Mine’ye; ona hem Tarık’ı terk edebilmesi hem de senin beni terk edebilmen için bir sebep verdim. Tarık’a her şeyi anlattım; Tarık ile seni aldatma oyununu düzdük ve Mine de her şeye tav oldu.”

Tarık perdenin arkasından sahneye geldi: “Güzide haklı Nazif.”

“Peki, diyelim ki bunların hepsi oldu. Mine niye bana senin beni aldattığını söylemedi?”

“Sorsana kendine Nazif! Etme Nazif’im… Sen de beni affedecektin çünkü. Mine bunu da düşündü. Önce merhametimin oyun olduğuna inanacaktın sonra da aldatma vakasını söyleyince bu da her şeyin üstüne tuz biber olacaktı.”

Her şey çok mantıklıydı. Merhamet oyununda da, burada da bir oyuncak olmuştu Nazif. Ana karakterlerin Güzide ve Mine olduğu bir oyunda defineden fazlası değildi.

“Tüm bu gerçekler merhametinin yalan olduğunu değiştirmez ki.”

“Allah aşkına yapma Nazif! Merhamet yoktur; çıkar vardır. Merhamet yalnızca sebepsiz gözüken iyiliğin kılıfıdır. Dilenciye merhamet etmez kimse; insanlar bunca mal mülk varken hâlâ dilencilerin olmasına sebep veren düzenin parçasıdırlar ve merhamet dedikleri şey de bu düzenin parçası olmanın getirdiği vicdandan bir bozuklukla kurtulma rezilliğinin adıdır.”

“Merhamet yalansa, bana çıkar için döndüğün doğru demektir.”

“Paranı sömürmek için değil; seni sevdiğim için döndüm Nazif!”

Nazif Güzide’ye bakar uzunca.

“Elveda.”

Güzide yine Nazif’i kolundan tutar ve yalvarırcasına:

“Neden gidiyorsun?”

“Bana merhamet etmemişsin Güzide. Oysaki ben senin için Nazlı’ya olan aşkımı öldürdüm Güzide. Bana ömür boyu suçluluk aşıladın; sırf Mine’ye bağışıklığım olsun diye, kıskançlık oyununa alet ettin beni Güzide. Sen kardeşinle oyuna dalmışken beni unutmuşsun Güzide. Sence senin yanındayken bile senle olabilir miyim artık? Bunca oyunun ortasında aşk mı kaldı Allah aşkına Güzide?”

Seyirciler kime merhamet edeceklerini bilemediler.

Şubat 2013

SAMSUNG
Kategori:2013diğerGenelhikaye

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir