Ne ret, ne kabul: Tereddüt. Çağımızda bilgi sağanağına maruz kalan insanın durumu. Daha çok bilgiye sahip oldukça, karar vermek de bir o kadar zorlaşıyor. Bir Tereddüdün Romanı, konuyu tabiri caizse en genelinden alıp; yaşama tereddüdümüzü irdeliyor. Artık insanın bilmek ya da bilmemek gibi bir derdi yok gibi modern dünyada: Bu dünyada mesele bilmekte; bilgimizden kaynaklı iyiyi ya da doğruyu seçme güdümüzün yetersiz kalmasında: Her şeye şüphe ile yaklaşıp şüphenin sürekli haklı çıktığı tarihsel sürecin insanı şüpheciliğe itip boğmasında. Şüphe ederek özellikle bilimsel alanda daha doğruya ve iyiye ulaşan insanın; sosyal, dini ve psikolojik alanlarda aynı yöntemle ama bireysel bir çabayla boğulmasında (Yazar bunu fikrî ve ameli alanlar olarak ayırmış).
Roman kasvetli bir şekilde başlıyor. Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nda insana kasveti tüm hücrelerine kadar hissettiren Peyami Safa bu defa bir otel odasında ölecek gibi acayip bir halde olan bir insanın hikayesine ortak ediyor bizi. İsmi Bir Adamın Hayatı. Karakter ne yaşıyorsa; siz de elinizde kitapla aynısını yaşıyorsunuz. Sonra, bu hikayenin aslında bir hanım hanımcık kızımızın okumakta olduğu bir kitap olduğunu anlıyoruz. Bu hanım hanımcık kızımız; kitaptan o kadar etkileniyor ki kendini kötü hissediyor; hatta iştahı kesiliyor. Roman bu kısımlarda çıtkırıldım hanımefendi trajedisine mi dönüşecek diyorsunuz ki çok daha fazlası olduğunu fazla vakit geçmeden kavrıyorsunuz. Bu hanım hanımcık kızımız; kendisini neredeyse ölüme sürükleyecek bu kitabın yazarıyla (kitapta muharrir olarak geçtiği için bundan sonra muharrir diyerek devam edeceğim) tanışıyor. Muharrir, kendisinden beklenmedik bir hamleyle bu hanım hanımcık kızımıza evlilik teklif ediyor. Tereddüde rastladığımız noktalardan biri bu. Neyse ki tek nokta bu değil. Zira bu hanım hanımcık kızımızın tereddüt buhranlarını anlatmak ileride anlatılana kıyasla üzücü olurdu. Roman benim için aslında zaten bu kısımdan sonra başladı. Muharririn hayatına birinci kişi bakış açısıyla ortak oluyoruz bu kısımdan itibaren. Ona bu kasvetli hikayeleri yazdıran hayatı öğrenmeye başlıyoruz; zira hanım hanımcık kızımız da bunu pek merak etmekte.
Muharririmiz tahmin edebileceğiniz üzere Peyami Safa’nın fikirlerini aktarmak için kullandığı karakter. Hatta direkt Peyami Safa’nın kendisi de diyebiliriz. Fazlasıyla olgun, bıkkınlığını saklamayan, duruşu sağlam bir karakter. Bu onun bocalamadığı anlamına gelmiyor; daha doğrusu, bocalamadığı noktalarda çok net muharririmiz. Bocalasa da hakim gibi duruyor her şeye. Muharrirden daha da önemli bir karakter var romanda ki, o da bir bakıma muharririmizin eski sevgilisi mertebesinde diyebileceğimiz Vildan Hanım. Vildan Hanım kendini İtalya’da yaşamış ve kocasından sıkılıp İstanbul’a dönmüş bohem bir hanımefendi olarak tanıtıyor. Sevdiği bir yazar olan Luigi Pirandello’nun çevirilerini yapmakla meşgul. Özellikle bu yazarın Çıplakları Giydirmek adlı eserine romanda genişçe bir yer ayrılmış. Peyami Safa’nın metinlerarasılık yapması hoşuma gitti doğrusu. İlk başta bu yazar ve eserin roman için uydurulmuş olduğunu sansam da sonra gerçekten de böyle bir eser ve yazar olduğunu öğrendim. İlk başta böyle düşünmemin sebebi ise Safa’nın metinlerarasılık yaptığı halde söz konusu eser ve yazar hakkında hiçbir bilgiye sahip olmasak da bizi bu hususlarda yeterince bilgilendirmesiydi.
Vildan Hanım’ın muharrir ile ilişkisi (muharririn ismi romanda bir kez dahi geçmez) Vildan Hanım’ın muharririn eserlerini Pirandello’nunkilere benzetmesinden doğar. Vildan Hanım Pirandello’yu çok sevdiği için muharririmizi de çok sever. Muharririmiz ise biraz ortadadır bu durumda: Elbette Vildan Hanım’ı sevmektedir ve onla bol bol konuşabilmektedir; ama onu bir sevgili ya da bir eş gibi sevdiği söylenemez. Hatta muharririn bıkkın bir tavrı vardır roman boyunca Vildan Hanım’a karşı. Vildan Hanım’ı kendini fazla kaptırmış bulur: Hayattan çok soyutlanmış bir şekilde nasıl yaşanacağını sorgulamaktadır Vildan Hanım ve bir türlü cevabı bulamamaktadır. Yazdığı uzunca bir mektupta şöyle cümleler geçmektedir:
“Düşün ki her an ben değişiyorum, her an sen değişiyorsun, buna rağmen birbirimizi nasıl tanıyabiliyoruz? Bu kaçan benliklerimizi birbirimizde aramak tecessüsü olmasaydı bir saniye konuşabilir miydik?”
Muharrir de gidip yüzüne bu böyle olmaz diyememektedir. Kaçak oynamaktadır muharrir. Vildan Hanım ona evinde oda hazırlatır mesela; ama muharrir romanın sonuna kadar o odaya gitmez. Vildan Hanım onla buluşmak için sözleşir; ama muharrir gitmez. Bu kaçak oynama, bir yandan da muharririn Vildan Hanım’a cevap veremez halini saklama güdüsü gibi gelmektedir bana; bir yandan da Vildan Hanım’ın yüzüne gerçekleri çarpacağı vakit yaşayacağı depreme maruz kalmak istememektedir muharrir. Muharrir, Vildan Hanım’ın yüzdüğü denizleri bilmektedir; ama bu denizlerde yüzmenin sonucunun boğulmak olduğunu da bilmektedir. Muharririn çıtkırıldım hanımefendi kızcağızla evlenme sebebi de budur. Bıkmıştır artık; biraz da normal, rahat, sınırları sorgulamadığı bir hayat istemektedir. Tereddütten kurtulması lazımdır artık. Vildan Hanım bunu öğrenir öğrenmez çıkagelir muharririn karşısına. Onun kendisini bu tereddüt denizlerinde tek başına bırakmasını istemez; ama muharririn kararı kesindir. Artık Vildan Hanım’a sırtını çevirmeye karar verdiği için; ona tüm gerçekleri anlatıp onun bu fildişi kulesini yerle bir etmeye karar verir. Vildan Hanım için bunun bedeli ağır olur; ölümden döner.
Roman fikrî açıdan pek ağır ve eski kelimelere verdiği ağırlık da anlatıyı biraz daha ağırlaştırıyor. Ancak tartışılan meseleler açısından bu roman çok başarılı. Tekrar okumak gerek hatta; ikinci bir seferde kaçırılan çok daha fazla ayrıntı meydana çıkar. Bu fikrî baskınlık; bir yandan da romanın roman tarafını hafifleştiriyor. Karakterler, olay örgüsü, mekan, zaman, çarpışan düşüncelerin altında eriyip kayboluyor. Tabii buna Vildan Hanım hariç demek gerekir. Vildan Hanım romanı sırtlayan ve romanın diğer karakterlerine kıyasla çok daha fazla karakter niteliği taşıyan bir karakter. Vildan Hanım’ın şizofrenik, acı dolu, mütereddit, saplantılı ve kimi zaman felsefi hallerini okumak romanın değerini çok arttırıyor. Bir Tereddüdün Romanı, ortak tereddüdümüz olan yaşamak üzerine yazılmış akıcı, yoğun ve “her şeyin yıkıldığı”nı gösteren bir roman. Okunmalı; sonra tekrar okunmalı.
8/10

Düşünsel derinlik
Karakter tahlilleri
İlk Yorumu Siz Yapın