İçeriğe geç

Kategori: 2015

ve Öfke

Havva annesine seslendi kapı eşiğinden: “Anne, ben çıkıyorum. Asiye ile çarşıda gezip geleceğiz biraz.” Annesi “Dur kızım geliyorum.” deyip çabucak indi; o esnada eşarbının öne gelmiş kısmını arkasına attı ve kızını kolundan tutup tembihledi: “Birkaç saate gel, dellendirme babanı sonra. Dur bakayım, hah, tamam, hadi, selametlen.”

İçeriden Celal’in sesi duyuldu, derin bir nefes verişinin sesi. Annesi ve Havva bir an salondan tarafa baktılar. “Celal de iyice sıkıldı artık.” dedi annesi. “Sus anne, duyacak.” dedi Havva, sessizce.

Celal duymuştu. Sonra kapı çekildi.

CESET

otobanda gidiyorduk kimi seksen kimi kırk kimi yüzkırk sonra yavaşladık ve bulutlandık iş çıkışı deyip sıkıldık ve iyice yavaşladık. tam ferahlayacaktık, sonra onu, yol kenarında…

Dalgıçla Buluştuğunda

Not: Bu hikaye, Dalgıçla Buluştuğumda isimli hikayenin devamı niteliğindedir; önce onu okumanız tavsiye edilir.

Gördü herkes; biliyor. Olsun ya, kader bu ya, böyle olacakmış. Ben yine de inatla geliyorum her gün. İşten sana gelmek zaten on sekiz dakika. Bir yarım saat oturuyorum ve sonra gidiyorum. Hep iş çıkışı geliyorum; güneş battı batacak; yollar doldu, taşacak. Güneş o an bir dağın ardına düşmüş oluyor; o yüzden iyice karanlık oluyor evin. O günden beri konuştuğun gün olmadı. Hep sessizce hıçkırdın mükemmel bir hüzünle. Gözyaşların siyah mürekkep; yüzünde aktıkça parıldıyor. Ama o karanlıkla aydınlık arasındaki odanda bunların hepsi muğlak; uyanamadığın bir uykusuzluktaki zaman kadar anlamsız. Yüzün belki en ölü renginde; nefesin mezarlıklar gibi kasvetli.

Dolgu

Kapı aralıktı. “Merhaba Orkun Bey.” diyerek içeri girdi hanımefendi. “Ben 16:30 randevunuzum da, asistanınız yoktu dışarıda. Gelebilir miyim?”

“Oh, tabii ki, buyurun.” dedi dişçi. Dolgun bir sesi vardı. Hanımefendi çantasını girişteki sandalyeye bıraktı ve dişçi koltuğuna kuruldu. “Bir saniye bekleyin lütfen, hemen geliyorum.” dedi dişçi. Masasındaki randevu listesinden kadının ismine baktı göz ucuyla.

Bütün Sesler

Musa Erdoğdu

12 Nis 2015

Hatırın bir miladı vardır. Şimdiden geriye adım adım giderken, parçalarına ayrılan bir uzay aracı gibi suskun bir çekimsizlik içinde savrulur hatıralar; dönüp bakınca anlarız ki onlar bizden pek uzak zamanlarda ve pek uzak mekânlardadırlar. Bir nehri geçerken üzerinden seke seke atladığımız taşlar gibi, zaman ekseninde ilerleyişlerimiz sıçramalara dönüşür. Ve büyük patlama gibi insanın aklının alsa dahi aslında alamadığı o milada yaklaştığınızda acayiplikler meydana gelir: Keskin renkli görüntüler, ayırıcı sesler ve hoş dokular kesikli bir hâlde, bir süreksizlikte, bütününün bizden uzaklaştığı parçalar hâlinde çıkar karşımıza. Bu süreksizlik düzleminde en büyük mesele, çok sivrilen hatıraların olup olmadığıdır. Eğer çok sivrilmiş hatıralar varsa bir uçdeğerin yaptığı gibi etrafındaki her şeyi bastırır; bir beyaz cüce gibi küçük ve yoğun olan “milat” da, verideki bu uçdeğerlerden dolayı görünmez hâle gelir.