İçeriğe geç

Yazar: hakkans

Bir Yalnızın Doğuşu

Bu hikâye Şiar dergisinin 33. sayısında (Mart-Nisan) yayımlanmıştır.

Hikâye uzar, uzadıkça karışır, karıştıkça kötüleşir, kötüleştikçe anlatılmaz olur. Sessizliğin doğuşudur bu. Sessizlik doğduktan sonra da gerisi gelir zaten. Bu kadar karışık düşünmezdim eskiden. Sanki eskiden daha basit bir aklım vardı; sebep ve sonuçlar daha netti. Günün akışına kapılmak imkânı vardı. Herkes eve varma hevesiyle kimseye bakmadan yoluna devam ediyordu demiyordum eskiden, ben de bizzat o kalabalıkta, kimseye bakmadan yoluna devam edenlerdendim. Bunları düşünmeyenlerden. Oysa şimdi, vapurdan inince onlar gibi gitmeye gönlüm el vermedi. Gitmedim onlarla.

Mübah

Yağmur başlayacaktı. Hızla geçti ışıkların oradan karşıya. Kaldırımda temkinli adımlarla ilerledi. Seslerin birbirine girdiği, gökdelenlerin insanın üstüne geldiği bir keşmekeşi aşması lazımdı. İleriki ışıkların orada durdu. Yukarı baktı. Bir gökdelen vardı; o kadar yüksekti ki gökdelen, bulutlar sarmıştı üst katlarını. Yürüme vakti. Gök gürledi ilk adımını attığında. O ilk adımı sanki bu dünyada yaptığı en kudretli eylemdi. İçine anlamsız bir sevinç geldi.

Piyango

Geçip gidiyordu ki bir anlık gafletle arkasını dönüp dilenciye baktı. Beş parasız, beş para bekler hâline. O da bu günlerden geçmişti. Hayat ne de garipti, ne hızlıydı akış…

“Bir beşlik atsaydın ya kardeş…”

Merhamet Oyunu

MERHAMET OYUNU

(Nazif’in evinin salonu. Oda karanlık, yalnızca şöminenin loş ışığının önüne oturmuş Güzide ve kardeşi Mine görünüyor. Güzide, seyirciye arkası dönük, şöminenin kenarında hıçkırarak ağlamakta. Mine elini Güzide’nin omzuna koymuştur, o da seyirciye dönük bir hâldedir. Karanlık bırakılan sol tarafta kapı yavaşça açılır.)

GÜZİDE: (Hıçkırıklarının dinmesi biraz vakit alır.) Lütfen… git.

NAZİF: (Karanlık taraftan aydınlık tarafa doğru yürürken) Lütfen, izin ver-

GÜZİDE: (Yüzü hâlâ şömine tarafına dönük, elini ona doğru kaldırır.) Lütfen, gelme, git! Seni… seni affetmem lazım.

Dalgıçla Buluştuğumda

Bu hikâye, Dergâh dergisinin 280. sayısında (Haziran 2013) yayımlanmıştır. Buradaki metin ise dergidekine kıyasla bazı düzenlemeler barındırmaktadır.

Görmedi onlar; bilmedi onlar. Olsun ya, hikaye bu ya, böyle olacakmış. Ben yine de inatla gidiyorum her gün. Sahile gitmek zaten on beş dakika. Yirmi dakika bekliyorum ve sonra gidiyorum. Hep kerahat denen o vakitte gidiyorum; güneş battı batacak, minare yandı yanacak. Güneş o an bir dağın ardına düşmüş oluyor; o yüzden iyice karanlık oluyor sahil. O günden beri denizin dalgalı olduğu gün olmadı. Hep sessizce vurdu dalgalar mükemmel kuma. Kum taneleri sütlü kahve; dalganın köpüğü koyulaştırıyor arada. Ama o karanlıkla aydınlık arasında bunların hepsi muğlak; uyumaya çalışılan bir uykusuzlukla geçen zaman kadar anlamsız. Deniz belki en ölü renginde; rüzgâr mezarlıklardaki gibi efil.

Bir Yalnızın Ölümü

İnsanlık öldürür yalnızları.

Yürüyorum karanlıkta yokuş aşağı. Kafamda tek bir cümle: Devrik olacak bu cümle yokuş aşağı gidişim gibi. Güya geceydi; ama nereden geldiğini bulamadığım bir ışık gündüz yapmıştı sokağı. Çok mu güzeldi kafam? Hayır o dündü, dün güzeldi. Bugün içmedim. Bugün ne yaptım ben?

Asansör

Yaratıcı Yazma Atölyesi’nden. Sırf diyaloglar üzerinden yürütülen bir hikaye. İlk konuşan karakter manikürcü/pedikürcü, diğeri ise kulak burun boğazcı (Metinde M ve K).

M: Ay!

K: Uups..

M: Ay inanmıyorum ya! Şimdi olcak iş mi?

K: …

Botlar

Hızlı hızlı yürüyordu kaldırımda. Gören onu bir yere yetişmeye çalışıyor zannedebilirdi; ama o aylardır bir yere yetişmeye çalışmıyordu. Hayır, bu yağmurun yeni dindiği ve gün ışığının bulutların arasından zorla çıkmaya çalıştığı öğle vaktinde onun tek istediği hava almaktı. Hep yağmurun dindiği o anı eşsiz bulmuştu şu hayatında: Ortaya ferah bir koku yayılır, arabaların yolda sıçrattıkları su damlacıkları müziklerin en güzelini oluşturur ve ıslak asfalt görüntüsü şu şehri yeni ağlamış gibi gösterirdi. Sırf bu anı yaşamak için çıkmıştı dışarı.

Mükemmel

Bu hikâye Şiar dergisinin 34. sayısında (Mayıs-Haziran 2021) yayımlanmıştır.

Bir ihtiyar. Sahilde yürüyor. Çok eski bir yaz tatilinden kalmış gibi duran bir şapka başında. Altında sarısı solmuş bir şort, üzerinde ise yeşil bir kısa kollu. Uzaktan bakan biri onu spor olsun diye yürüyüş yapan dinç bir emekli zannedebilirdi; ancak sağa sola yalpalayan ihtiyarın sarhoş olduğu kolayca koklanabiliyordu.

Geçerken.