Küçük bir mahalleye büyük bir market açılacaktı. Mahalle sakinleri marketin otoparkına toplanmışlar, heyecan içinde bekleşiyorlardı. Koca otoparkta kapladıkları yer pek azdı. Açılış törenine bazı siyasilerin de katılacağı duyulduğundan beri, öncesinde de heyecanla beklenen açılışı beklemek iyice güçleşmişti. Daha market inşaatının haberi yeni duyulmuştu ki, muhtar, kahvede etrafına toplanmış ahaliye şöyle demişti: Siyasinin geldiği yerde gül biter. Ahaliden yaşlıca biri, başını sallayarak doğrusun beyim yirmi sene önce vali gelmişti de ilkokulun halini görüp iki aya yaptırmıştı demişti. Muhtar hah diyerek yaşlıyı işaret etmişti; gözlerini kısarak yaşlıya dikmiş, sonra da iyice açarak ahalinin geri kalanı üzerinde gezdirmişti. Hem bu market, öyle büyük bir yatırım ki siyasilerin bitireceği güle bile gerek kalmayacak inşallah, diye de eklemişti. İnsanlar hevesle bekliyorlardı ama ne bekledikleri konusunda bir fikirleri yoktu. Akıllarını açıp bakacak olsaydık, güneş misali bir parlaklık görürdük; bu parlaklığın sebep olduğu göz kamaşmasından dolayı, beklenilen şeyin ne olduğu konusundaki fikirsizliği doğal karşılar ve aklı açtığımız gibi kapatırdık.
Aslında o denli fikirsizlerdi denemezdi, fikirler aydınlıktan görülmüyordu dense daha doğru. Market inşaatında çalışan işçiler, inşaatı bir masal gibi abartılı tasvirlerle anlatıyorlardı zira. Bir akşam, işçilerden biri, market inşaatının hemen karşısında yer alan o kahvede, marketin büyüklüğünü anlatmak için, herkesi hazırlıksız yakaladığı bir anda havaya sıçramış ve elini uzanabildiği en yüksek seviyeye uzatmıştı. Az kalsın tavana değecekken eli, ahan da bu kadarın beş katı kadar büyük tavanı marketin dedi, öyle dışarıdan katlı bina gibi gözüküyor ama değiiil, taa böyle tavanı yukarıya kadar uzanıyor. Biz içinden bakınca tavanı göremiyok, bir bağırıyooooook, yankımızı duyuyok. Hem marketin zemininin altına acayip çukurlar açtık; hani sanki gelip rafları bu çukurlara yerleştirecekler; hiç anlamadık. Bir de bu çukurların açıldığı odalar var ki onları hiç mi hiç anlamadık. Bu tasvirler, kulaktan kulağa yayıldıkça griliğiyle iç karartan, bir kış gecesi sessizlik çökmüş sokakları anımsatan ve bu sebeple hafif bir rüzgârla dahi insanı ürperten efsanelere dönüşüyorlardı. Çukurları mezar addedenler, o arazide yatır vardı diyenler, tavanı yatır var diye yükseğe çatıverdiler ki ruhlar sıkışıklıktan fenalaşmasın diyenler çıkmıştı. Bu dedikodularla, marketin mahallede tomurcuklandırdığı heyecan çiçekleri, kışın soğuğunun da etkisiyle, donup kalmıştı.
Neyse ki bahara doğru kaba inşaat tamamlanmış ve iç dekorasyona başlanmasıyla birlikte market hayali renk açmaya başlamıştı. Muhtar bir gün iç mimarın mı neyin biriyle karşılaştığını ve ağzından market hakkında bir çift söz almaya çalıştığını anlatmıştı; ama iç mimarın burnu öyle havadaymış ki muhtara ne selam ne yüz vermiş. Haber yine gelse gelse işçilerden geliyordu. Hafif serin bir mart akşamında, herkes kahvedeki sobanın etrafına toplanmışken, işçilerden biri kocaman rafları anlatmaya başlamıştı. Bak ben diyeyim şu otobüs durağından sen de muhtarlıktan taaaa bizim şantiye girişine kadar bir mesafede böööyle raf uzanıyor. Üç adam boyu kadar var böyle bir de bu raflar. Raflar ama bir acayip, böyle, hah, şu göğüs hizasına değin raf yok ama sonradan başlıyor taaaa üç adam boyu yukarı uzanıyor.
Büyük rafların bahsi mahalleliyi yeniden heyecanlandırmıştı. Raflarda neyin satılacağı, kimin o satılanlara ne kadar ihtiyaç duyacağının bir önemi yoktu çoğu için. Bunları umursayan sadece mahallenin dört emektar bakkalıydı. İşçilerin marketi hevesle anlattığı akşamlarda bu dört bakkal kahvenin en ucundaki masanın dört bir tarafına kurulmuş olur ve başları eğik bir şekilde işçileri dinlerlerdi. Ahalinin heyecanını baltalamaya yanaşamıyorlardı; ama kendilerinin ölüm fermanının böylesine heyecanla ve mutlulukla dinlenmesine de katlanamıyorlardı.
Gel zaman git zaman marketin takım elbiseli yatırımcılarının işçilerin bu konuşmalarından haberleri oldu. İlk başta market efsanelerine göz yumdu bu takım elbiseliler -reklam reklamdı neticede-; ama bir süre sonra bu takım elbiselilerin takım elbiseli ve tıknaz ve hafif kel yardımcıları, bu büyük yatırımın sürprizlerinin bozulmasının yatırımın riskini arttırdığını bilimsel çalışmalar, renkli grafikler ve ondalıklı sayılarla yüksekçe bir plazada americano eşliğinde gerçekleştirilen toplantıda ikna edici bir profesyonellikle hazırlanmış yirmi dakika süren bir Powerpoint sunumuyla ispat ettiler. Bunun üzerine dört sayfalık bir gizlilik sözleşmesi plazadan uçtu ve bir kalemle beraber işçilerin önüne kondu. Eğer, dendi, bu marketin içindeki çalışmalarınızdan dışarıda bahsedecek olursanız, çeşitli para cezaları ve hatta hapis cezaları… Bunun üzerine işçiler susmak zorunda kaldı. Sözleşmenin güvencesinin sağlamlaştırılması açısından, mevzu muhtar ile de görüşüldü; sayın muhtar bey denildi toplantıda, güven veren ama bir yandan da esir eden sağlamlıkta bir tokalaşma ve sonra Türk kahvesi içildi toplantıda ama americanonun yerini tutmadı, ne yapsınlar, alışkanlık.
Bunlar tam da sobanın artık yakılmamaya başlandığı zamanlarda oldu. Kahvenin sobası sönünce ve hikâyesi tükenince, son zamanlarda eline üç beş kuruş fazla geçen kahveci, akşamları kahveyi erken kapatmaya başladı eskiden olduğu gibi.
İşçiler artık konuşamasa da, altın günlerinin vazgeçilmez konusu hâline gelmiş olan market, kadınların dilinden düşmüyordu. Aksine, bilgi kıtlığı da fırsat bilinerek, dedikodu makineleri iyice yağlanıp tam güçte çalıştırılıyordu. Bir kadın markette kasa olmayacağını söylemişti, bir öteki markette domates satılmayacağını, bir ötekisi markette sadece yerli malı ürünlerin satılacağını söylemişti, bir ötekisi ise bu marketin sadece teknolojik ürünler satacağını söylemişti -oğlundan duymuş-. Muhtarın karısı, muhtar eşi olmanın getirdiği güvenilirlikle sözüne en çok itibar edilen kişi idi. O da, güvenilirliğinin hakkını vermek maksadıyla, her rivayete önce soğukkanlılıkla yaklaşıyor; sonra makul bulduklarını biraz değiştirerek ben onu beyimden şöyle duymuştum hanımlar deyip anlatmaya başlıyor ve ömründe ilk ve son kez yetkili bir merci olmanın dayanılmaz keyfini sürüyordu.
Marketin iç tasarımı biter bitmez -ki bu nedense haziran ayını bulmuştu- koca koca tırlar gelmeye başladı. Siz deyin iki yüz elli tane, ben diyeyim iki bin iki yüz elli tane diye anlatıyordu kahveci; ahan da ben bu marketin karşısında değil miyim e zaten boşum tüm gün bak çetele tuttum bir yere gidecek olduğunda da çırağa tutturmaya devam ettim bak şuradaki sayıyı valla üşendim sayamadım. Tır muhabbeti kahveye olan ilgiyi yeniden canlandırmıştı. İşi gücü olmayan gençler kahveye dadanmış ve ciddi ciddi gelip giden tırları saymışlardı. O akşam içlerinden biri masanın üstüne çıkmış ve bugün tam yüz altmış sekiz tane tır geldi demişti bir mitingde müjde veriyormuş gibi bir sevinç ve özgüvenle. Bu sevinç ve özgüven karşılıksız kalmamış; kahvedekiler kendilerini genci alkışlarken bulmuştu. Eh, gençlerin hevesi haklı bir hevesti tabii; orada iş bulsunlar; sonra evleneceklerdi, inşallah.
Tırlar git gide azalan sayılarda yaklaşık bir ay boyunca gidip geldikten sonra, birkaç hafta boyunca takım elbiseliler Alman marka ve siyah camlı ve yeni yıkanmış lüks araçlarla ve takım elbiseli korumalarla ve tıknaz yardımcılarıyla ve güneş gözlükleriyle ve kimseye görünmeden markete girip çıktılar. Anlaşılan son kontroller yapılmaktaydı. Marketin hâlâ iş ilanı açmamış olması gençlerin kafasında endişe baloncukları oluşturmuştu; yoksa o ilanlar hiç açılmayacak mıydı?
Gençler bunları düşünürken, mahallenin dört bakkalı güçlerini birleştirdiklerini duyurmuştu. Bu duyuru o kadar etkili olmuştu ki market bir süreliğine unutuldu denebilirdi. Dört bakkal artık tek kanaldan satın alma yapmak suretiyle verimliliklerini artıracaklarını açıklamıştı. Hem de bazı ürünleri de sadece bir bakkal satacaktı; böylece müşterilerin her bakkalı ziyaret etmesi amaçlanıyordu. Bakkallar, hayatları boyunca ilk defa ciddi ciddi düşünüp taşınıp bir iş stratejisi geliştirmiş olmanın haklı sevincini yaşıyorlardı. Amma velakin, bakkalların stratejisi infiale neden olmuştu: Bir zeytinyağı almak için Veli’nin taa öte taraftaki bakkalına mı gideceğim şimdi ben diyen muhtarın karısı da infialin bayraktarı olmuştu. Bakkallar, stratejilerini geliştirmeleri gerektiğini o zaman anladılar. Okudukları iş geliştirme kitapları böylesi durumlarda geri adım atmanın aksaklık nedeniyle ortaya çıkan tatminsizliği gidermediğini vaka analizleriyle açıklıyor ve yöneticilere soruna sebep olan şeyi ortadan kaldırmadan sorunu çözmenin kendine güvenen bir imaj vereceğini öngörüyordu. Bakkallar, bu kitapların birinde, zorlukları aşmaya yarayan o sihirli kelimeyi de çok geçmeden buldular: İnovasyon. Ondan sonra geriye kalan tek şey inovasyonun kendisini bulmaktı. Çok geçmeden onu da buldular, galiba. Dört bakkal ortak bir telefon hattı kuracak ve eve sipariş dönemini başlatacaklardı. İki üç tane de motor alıp mahallenin iki üç delikanlısının altına çektiler mi tamamdı bu iş. İnovasyonları için gerekli altyapı hazırlandıktan sonra dört bakkal ellerinde megafonlarla Veli’nin kamyonete atlayıp mahalleyi baştan aşağı şu duyuruyla dolaştılar: Sevgili hanımefendiler, beyefendiler! Güçlerini birleştiren Ali Veli Ahmet Mehmet AVAM Bakkalları büyük bir inovasyonu size duyurmak istiyor: Kurduğumuz sipariş hattı sayesinde, siparişleriniz ayağınıza kadar ek bir ücret ödemeden geliyor!
AVAM Bakkalları bu büyük yeniliği gün boyu duyururken, dört bakkalın eşleri de altın günlerinde, sokakta denk gelişlerde, komşu ve hasta ziyaretlerinde, yüzlerinde kocalarından gurur duyan bir tebessümle bu yeniliği aşağı yukarı şu sözlerle anlatıyorlardı: Ay, benim koca var ya birleşti bunlar hani dört bakkal AVAM Bakkalları diye, ayol şimdi bunlar yeni bir telefon hattı kurdular, bak 444 1 1234, hah bak hatta yanımda buzdolabı magneti var numara yazıyor dur çıkarıp vereyim, hah işte artık sen burayı arıyorsun anacım, istersen tonla sipariş ver istersen gramla, hepsi pat diye kapında hem de hiçbir ek ücret ödemeden! Ay valla çok iyi ettiler böyle hem bizim bak Erol’u, Mustafa’yı ha bir de Selim’i de motor kuryesi olarak işe aldılar, yazık be ablam onlar da zor durumdaydı biliyorsun valla iyi onlara da ekmek kapısı oldu bak sen duydun mu şu markete diyorlar ki hani açılmasına bu kadar az kaldı ama hâlâ ortada iş ilanı filan yok ya diyorlar ki bu market dışarıdan getirecekmiş burada çalışanları hiç bak kocaman ucube gibi şeyi diktiler yanyolun öte yanına mahalleye zerre hayırları yok vallahi işte ne varsa anacım bakkallarda var…
AVAM Bakkalları bu yeniliği duyurduktan sadece bir hafta sonra mahalle ahalisinin gündemi tekrar markete dönmüştü. Geceleyin her tarafa asılan afişlerde marketin 27 Temmuz’da -yani afişlerin asılmasından sadece iki gün sonra- açılacağı yazıyordu çünkü. Kaymakam ve ilçe belediye başkanlarının teşrifleri de küçük harflerle belirtilmişti.
Açılışta önce ilçe belediye başkanı söz aldı. Kendi icraatlarından bahsetti ve sonra marketi de kendi icraatıymış gibi anlattı. İlçemizin güzelliğinin marketin buraya inşa edilmesinde önemli katkısı olmuştur diyen ilçe belediye başkanı, konuşmasını şöyle sürdürdü: Güçlü altyapı yatırımlarımızla marketi taşıyabilecek bir ilçe olmanın gururunu yaşarken, marketimizin vatanımıza ve milletimize hayırlı olmasını Allah’tan niyaz ediyorum. Sonra söz alan kaymakam da, belediye başkanının dediklerine benzer şeyler söyledi ilkin. Sonra marketin çok büyük bir proje olduğunu ve bu sebeple isminin, başı büyük harf olacak şekilde, Market olduğunu açıkladı. Bu marketi bir isme sıkıştırılmış bir marka olarak sunmanın Market’in büyüklüğüne halel getireceğinin altını çizdi. Sonra takım elbiseliler sahneye çağrıldı ve kaymakamın ya Allah bismillahı ile kurdele kesildi. Muhtar, kesilen kurdelenin bir kısmını cebine indirdi. Otomatik kapılar, güven veren bir hızla ve kapıların altındaki fırçalar vesilesiyle hafif ve okşayıcı bir sesle açılıverdiler ve içeri girildi. Market’in içerisi sahiden de işçilerin anlattığı gibi kocamandı. Raflar sahiden de göğüs hizasından başlıyordu. Ürün gamına göre marketin bölümleri farklı renklerle renklendirilmişti; ama hiçbir renk gözü yormuyordu. İçindeki her şey, fazlasıyla Amerikan bir bollukla ve Avrupai bir nizamla raflara dizilmişti. Takım elbiselilerden biri Market’i anlatıyordu gezerlerken: Göğüs hizasında raflarımızla bir ürünü almak için eğilme dönemi ortadan kalkıyor. Market’in altına yerleştirdiğimiz tüneller ve çukurlar sayesinde biten raflar gece dolduruluyor ve tekrar tüketime açılıyor. Böylece ileride Market’i 24 saat açık tutabileceğiz. Raflarımız otomatik kumandayla çeşitli yüksekliklere ayarlanabiliyor ve ürünler en ideal yükseklikte sunuluyor. Raflarımızın kenarındaki küçük kutucuklarda ise ürünleri denemeniz için teşhir halleriyle bulabilirsiniz. Meyve-sebzeye gelince, dilerseniz meyve-sebzenizi Market içerisindeki organik bahçeden kendi ellerinizle toplayabilirsiniz. Organik ürünlerimiz Market’in özel mimarisi sayesinde doğrudan güneş ışığı almaktadır. Diğer meyve-sebzemiz bozulmalarını önlemek için özel aydınlatma, ısıtma ve sulama yöntemleriyle ilk günkü tazeliklerinde korunmaktadırlar. Et ürünlerimiz yüzde yüz helâl kesimdir, isterseniz mezbahamızda etinizi kestirebilir ve tüm süreci takip edebilirsiniz. Balıklarımızı Market içerisindeki büyük göletimizden size canlı canlı verebiliyoruz.
Bu kısımları herkes hayretli gözlerle takip etmişti. Sonraki kısımlar; giyim, kişisel bakım, temizlik, teknoloji, mobilya; diğer mağazalarda görülebilecek bölümlerin çok büyük ölçekli ve şatafatlı kopyalarıydı. Sonra içki reyonuna geldiler ki muhtar geri durdu. Kaymakam, muhtarın geri durduğunu fark etti ve yanına koşturdu: Ne yapıyorsun, dedi, devam etsene bizimle. Yok ağam, dedi muhtar, haram var orada giremem dedi. Kaymakamın sırtından soğuk terler boşaldı: O da ne demek, haram maram, içmiyorsun ya sen, gel diyorum arıza yapma. Yok, dedi muhtar; o vakte kadar etkilenerek gezdiği Market o anda koca bir hayal kırıklığına dönüşmüştü. Muhtar, takım elbiseli adamın pek de umursamadığını belirtecek derecede hafif ama bir yandan da ezici şekilde kibirli bir edayla kendilerine baktığını fark etti. Bunun üzerine ağam ben senin de başını yakmayayım çıkayım gideyim dedi. Bu tatsızlık tatlı yalanlarla bir şekilde geçiştirildi. Market, açılışının ertesi günü alışverişe açılacaktı.
Açılış töreninin akşamında, muhtar, gördüklerini mutsuzluk dolu bir vurgusuzlukla anlattı: Bak böyle koca koca göletleri var içinde balık dahi yetişiyor, diyor sana canlı canlı bile veririz diyor; ama gel gör ki adamlar dinsiz imansız. Öyle diğer reyonlar gibi koca bir içki reyonu dikmişler ki tövbe estağfirullah yarına helak olmasak iyidir inşallah. Neymiş muslukları varmış içkilerin de orada tadabiliyormuşsun bilem! İçinde barı mı bistrosu mu ne bilem varmışmış alışverişe keyifli bir ara verinmiş! Sonra bana yeğenim söyledi bir de faizli krediyle alışveriş imkânı sunuyorlarmış, sırf buna has banka bile kurmuşlarmış. Bak bak! Muhtar bey, bunlar dinsiz imansız değiil, dini imanı para adamlarmış demek dedi kahveci. Muhtarın üzüntüsüne AVAM Bakkalları Yönetim Kurulu çok sevindi. Eğer kocalar tarafında Market’ten alışverişin münasip olmayacağı düşüncesini yayarlarsa hanımlar da gidemez ve AVAM Bakkalları’nın pazar payı küçülmezdi.
Muhtarın Market’i boykot kararını herkes çabucak benimsemişti; böylece AVAM Bakkalları’nın o akşam geliştirmeye karar verdiği %100 helâl market kampanyasına gerek kalmamıştı. Bir şey almasa da gidip görmek isteyen çok vardı; hatta bir kısmı gidip gezmişti de Market’i; ama Market’i gezenlerin ayıplanması sebebiyle gezmeye gidenler dahi git gide azalmış ve birkaç haftaya mahalleli Market yokmuş gibi yaşamaya başlamıştı. Mahalleli uğramayınca, eh Market’in bilinirliği de ilk başta az olunca, Market bir süre boyunca koca bir mezar gibi durdu kahvenin karşısında. Bu esnada muhtar haftada bir iki kaymakama uğrayıp bu Market ile çok büyük bir hata yapıldığını ve mahallelinin bu Market’i istemediğini söylüyordu. Kaymakam, o öyle sizin istememenizle olacak şey değil diye cevaplıyordu, adamların kaç milyon dolarlık yatırımı var kim bilir dedi. Öyle kolay mı mahalle baskısından dükkân kapattırmak? Muhtar mutsuz mutsuz dönmüştü gerisin geri; neyse ki mahalleli Market’e karşı tavrını çok net takınmıştı, bu da bir şeydi. Hem artık AVAM Bakkalları eve siparişe başlamıştı; en azından bu yönden bir hayrı dokunmuştu Market’in. Telefonla sipariş imkânı doğunca tüketmeye meyil artmış ve AVAM Bakkalları Ağustos ayı faaliyet raporunda cirolarında %7 artış kaydettiklerini rapor etmişti.
Yaklaşık bir ay olmuştu ki, Market’e kayda değer kalabalıklar gelmeye başladı. Bu gelenlerin hiçbiri buralardan değildi görüldüğü kadarıyla. Market, kalabalıklaşmaya başlayınca dört koldan kampanyalar yürütmeye başladı. Ya da Market dört koldan kampanyalar yürütmeye başlayınca kalabalıklaşmaya başlamıştı. Kadınların dilinde şaka gibi olarak tabir edilen ve %95’e varan değil tam olarak %95 indirim yapılıyordu çeşitli ürünlerde. Kadınlar bu reklamları gördükçe gitmeye can atıyor ama akşamında beylerinden yiyecekleri azardan korkarak arzularını dizginliyorlardı.
Bu inanılmaz indirimler Market’in popülerliğini Eylül civarında bir hayli artırmıştı. Market’in sansasyonel indirimleri haber bültenlerine de konu olmuştu; öyle ki röportaj verenler üç dört saatlik mesafeden alışveriş yapmaya geldiklerini belirtiyorlardı. Market’in 4000 liraya satılan akıllı telefonu üç saatliğine stok sınırı olmadan sadece 9 liraya sattığı kampanya ise dünya çapında ilgi görmüştü. Bu kampanyayla gizlice Market’ten telefon alan birkaç genç olmuştu; ama utançtan dolayı kullanamıyorlardı. Ne zaman ki bu 9 liralık telefonlar internette bol kârla ama asıl fiyatının çok altında satıldı; o zaman gençler telefonlarını çıkardı ve internetten satın aldıklarını söylediler. Ahali buna da biraz burun kıvıracak oldu ama, “gençler işte”den başka bir şey demediler. Bu kampanyayla beraber Market’in müşterileri inanılmaz derecede artmaya başlamıştı. Giren çıkan Market’in dünya üzerindeki en büyüleyici ve akla hayale gelmeyecek kadar uygun fiyatlı bir alışveriş deneyimi olduğunu gülerek ve kimi zaman da sevinçten ağlayarak belirtiyordu.
Market’e olan yoğun ilgiden dolayı bir süre sonra trafik tıkanıklıkları baş göstermeye başladı. İlçe belediye başkanı en kısa sürede yola ek şeritler ekleneceğini ve trafiğin rahatlatılacağını açıkladı. Mahalleli harama giden yolu döşemek de haramdır deyince yol çalışmasına katılmayı düşünen gençler boynu bükük bir şekilde işsizliklerine geri döndüler. Mahalle dışından yol çalışmasına gelen işçilere de aynısı söylenmişti; ama onlar ne yapalım abim ekmek parası Allah affetsin günahsa deyip çalışmaya devam etmişlerdi.
Market ile mahalle arasındaki görünmez surdaki ilk delik Ekim ayı civarlarında açıldı. Market’te çalışanlardan bazıları, Market’e yakın olsun düşüncesiyle mahalleden ev kiralamıştı. Bu yeni kiracıların ilk başta Market’te çalıştıkları bilinmiyordu; bu yüzden ellerinde Market poşetleriyle görüldüklerinde bitmek bilmez bir ayıplama saldırısına maruz kalmışlardı. Muhtar, işin büyütülmeden çözülmesi gerektiğini bilerek, yeni kiracıların evine gitti ve durumu bizzat anlattı. Kiracılar, muhtarın itidal çağrılarına karşılık vermedi; hatta muhtara bağırarak Allah Allah nereden istersem oradan alışveriş yaparım ve nerede istersem orada çalışırım ve ne istersem onu alırım demek suretiyle muhtarı kapı dışarı ettiler. Meselenin büyümesini istemeyen muhtar, onlara ne haliniz varsa görün dedikten sonra ev sahibine gitti ve kiracıları kovmasını rica etti. Bu biraz çelişkiliydi tabii; ama muhtara göre değildi. O kadar kolay değil ki muhtar efendi dedi ev sahibi, evi daha yeni tuttular, hem şimdi yasalar da artık hep kiracıların tarafında, keyfi olarak çıkaramam ki onları. Kiracıların gün be gün Market poşetleriyle gezmeye devam etmeleri, çeşitli tartaklamaları da beraberinde getirdi. Muhtar, kaymakamın kendisine çatacağı endişesiyle tüm ahaliyi sakinleştirecek konuşmalar yapıyordu: Biz kutlu direnişimize devam edeceğiz, diyordu, onlar ne yaparsa yapsın hesapları artık Allah iledir.
Mahalleli güç bela yatışmıştı ama surda açılan ilk delik yeni çatlakları beraberinde getirmişti: Git gide daha fazla Market çalışanı mahallede ev tutmaya başlıyordu. Bir süre sonra Market’in kurucuları, Market çalışanları için bir lojman inşaatına dahi giriştiler. Mahalleli bunu da istemiyordu ama kaymakam aynı cevabı veriyordu: O öyle sizin istememenizle olacak şey değil! Böylece mahallede artık daha çok Market poşeti görülmeye başlanır olmuştu.
Her ne kadar mahalleli bu çalışanlara husumet beslese de, bir süre sonra şöyle böyle onlarla iletişim kurmak zorunda kaldılar. Kimi zaman otobüs beklemelerde, kimi zaman berber muhabbetlerinde, kimi zaman yolda karşılaşmalarda, kimi zaman AVAM Bakkalları’nda derken iyi kötü bir muhabbet hasıl oldu. İnsan insana kaynayınca her şeyleri birbirlerine karışır, durmaz. Mahallelinin direnci ilk olarak Market çalışanlarının Market’ten alınmış hediyeleriyle bozuldu. Bu hediyeler kabul edilmeli miydi edilmemeli miydi? Mecburen ve samimiyete binaen denildi ve yüzler biraz asılsa da hediyeler kabul edildi. Bakıldı ki hediyeler pek güzel şeyler, insanlar Market’e gitmeyi derinden arzulamaya başladı. Mesela bir Alman çikolatası, mesela vişneli kruvasan, mesela avokado, mesela bir liraya satın alınmış yeri güzel marka penye, mesela çok şirin bir kek kalıbı, mesela sanatsal bir kitap ayracı, mesela göz yormayan çizgilere sahip kareli defter, mesela güneşin ultraviyole ışınlarını kesen marka güneş gözlükleri, mesela yaşlanma karşıtı krem; bunlar Market’in mahalleli üzerindeki tesirini artırdı.
Direniş kırıldığında Ocak ayıydı. Üstelik direnişi kıran muhtarın karısıydı. Aman yeter be, demişti kocasına, onu ayrı al şunu ayrı al bir de tonla para öde vallaha gına geldi. Tamam hep gitmeyiz ama bazı ihtiyaçlar için de alalım şu Market’ten, ne yani, Allah affetsin günahsa da. Hem imam bile haramdır demiyor görmedin mi, sen imamdan da mı iyi bilecen? Muhtar bunun üzerine tasını tarağını topladı ve bir hafta eve dönmedi. Muhtarın eşinin direnişi kırmış olması diğer kadınları da gaza getirdi ve onlar da aynı bahaneleri sunarak, zaten çoğunluğu sırf mahalle baskısından dolayı alışveriş yapmayan kocalarını ikna etmeyi başardılar. Market, kapağı açılmış bir baraj gibi şiddetle ve hızla mahalleyi esir aldı poşetleriyle. Hem de çevre dostuydu poşetler, daha ne olsundu? Beyler karizmayı çizdirmemek için Market’e gitmiyorlardı; ama hanımlar, ilk başta sadece belli başlı ihtiyaçlar için ziyaret ettikleri Market’ten, kısa süre sonra bir sürü poşetle çıkmaya başlamışlardı. Belli başlı ihtiyaçlar için gidilen Market, hadi bari bunu da gelmişken buradan alayım bak şu da indirime girmiş lâzımdı alalımlarla beraber çoğu ihtiyacın karşılandığı yer haline gelmişti. Market’e gitmenin büyütüldüğü kadar kötü bir hisse yol açmaması, hatta mutlu etmesi, insanları daha hızla ve hazla Market’e yöneltmişti. Bu esnada mahalle nüfusunun kalabalıklaşması ve birbirine yabancılaşması da mahalle baskısını azaltmıştı. Hanımlarının aldığı güzel eşyaları gördükçe beyler de Market’e meyletmeye başlamıştı. Mart ayında artık Market’e gitmek çok hoş görülmese de pek ayıplanmayan bir şey haline gelmişti. Hem dur bak sana ne göstericem hem de öyle bir fiyata aldım ki.
Market’in yükselişi, AVAM Bakkalları’nın çöküşünü tetikleyecek sanıldı; ama, ciro belli bir seviyeye düştükten sonra aynı kaldı. Çünkü küçük bakkal ihtiyaçları için koca Market’e gitmek çok zaman alıyordu. Hem mahallenin büyümesiyle beraber AVAM Bakkalları’nın hedef kitlesi de büyümüştü. Ayrıca AVAM Bakkalları Market boykotu sırasında elde ettiği kârlarla sağlam yatırımlar yapmıştı. Örneğin beşinci şubelerini açmışlar ve böylece AVAM Bakkalları HAVAM Bakkalları’na dönüşmüştü. Yeni ortak Halil Bey pek vizyonerdi ve HAVAM Bakkalları’nın kârlarıyla iyi yatırımlar yapılmasında büyük rol oynuyordu. Bu yatırımların kârlarıyla beraber, herkes halinden memnundu. Hâl böyle olunca, HAVAM Bakkalları’nın iş stratejisi gereği Market’e takındığı düşmanca tavra da gerek kalmamıştı. Bu tavır da ortadan kalkınca, boykotun neredeyse hiçbir destekçisi kalmamıştı.
Market’in kapaklarının açılması ve mahallenin büyümesiyle dönüşüm de kaçınılmaz olmuştu. Mesela, onca modern yapının ve dükkânın arasında kahve, tabiri caizse, sırıtıyordu. Nisan ayında gereken yapıldı ve kahve kafeye dönüştürülerek modernleştirildi. Altmışlık dedeler white chocolate mocha ile tanıştı. Mahallenin terzisi eskiden anca sökük dikerken şimdi bir butik açmış ve boynuna da bir fular dolamıştı. İnternet kafe, yetkinlik sertifikaları almış ve yetkili teknik servise dönüşmüştü. Emlak, tabelasındaki Emlak kelimesini atmış ve Gayrimenkul Yatırım Danışmanlığı’na dönüşmüştü. Fırın, patisserie olmuş ve iç tasarımını ahşap ağırlıklı modern bir yüze kavuşturmuştu. Erkek berberi Coiffeur for Men, bayan kuaförü Beauty Salloon olmuştu. Market mahalleye öyle sinmişti ki camideki ayakkabı poşetlerinin bir kısmı dahi Market’tendi.
Market’in birinci yılı, çılgın indirimlerle uluslararası bir boyutta kutlandı. Market aynı günlerde büyüme kararı aldığını duyurmayı ihmal etmedi. İkinci faz olarak duyurulan Market Genişleme Planı’na göre, daha kapsamlı bir food court, otuz dokuz salonlu ve dört bin kişi kapasiteli ultra lüks sinema salonu, iki bin kişilik performans sanatları merkezi ve kırk yedi çeşit sporun yapılabileceği bir spor salonu açılacaktı. Bunların inşası Market’in ikinci yılına kadar tamamlanacaktı. Açık otopark yer altına alınmak suretiyle ek alan açılacaktı. Market’in bu devasa yatırıma başlamasıyla beraber, mahalle iyice büyüdü ve zenginleşti. Mahallede Market’in çözüm sunmadığı her alana yatırımlar yapılıyordu. Herkesin kârlı çıktığı bu yatırımlardan kimin zararlı çıktığı sorulmuyordu; sorulmadığı için de bilinmiyordu.
Market, ikinci yılında yeni fazını açarken, mahalle, bağlı bulunduğu ilçeden ayrılmış ve Marketşehir adıyla ilçe statüsüne kavuşmuştu. İki bin kişilik nüfus elli bine çıkmıştı. İlçe statüsü demek yeni bürokratik binalar, yeni işler, yeni yollar, yeni araçlar demekti. Muhtar, mahalledeki tanınırlığını mahalle büyüdükçe kaybettiği için bir koltuk kapamamış, muhtar olarak kalmıştı.
Yeni fazın açılışıyla beraber üçüncü faz duyurulmuştu. Üçüncü fazın öne çıkan başlıkları, Market’in Market kısmının şirketin gelecek e-ticaret yatırımı için büyütülmesi, lunapark, hayvanat bahçesi ve beş yıldızlı otel inşaatı idi. Mahal- Marketşehirli tam da bunca şeyin nereye inşa edileceğini soracaktı ki o zaman Marketşehir’in bir kısmının ve ilçenin de bir kısım arazisinin arsa sahiplerince Market’e satıldığı ortaya çıktı. Bu vakte kadar bunun gizli kalması ise gizlilik anlaşmaları sayesindeydi. Muhtar dahil bunu yeni duyan mahalleli duruma çok üzüldü; hatta bazıları sinirlendi. Kafede düzenlenen hararetli toplantıda bunun mahalleye tecavüz olduğu argo kelimeler eşliğinde öne sürüldü. Hop hop dendi öteden, anamız bacımız var burada yahu, kahve değil ki burası kafe. Market’e hâlâ garez besleyenler -pek küçük bir kesimdi- öfkelerini yollara sesleriyle kustu; ancak ikinci yıl kutlamaları dolayısıyla düzenlenen şenlikte sahne alan ünlü pop şarkıcısının sesi hoparlörler aracılığıyla bu öfke selini yuttu.
Market’in üçüncü fazı inşa edilirken, Market’in uluslararası düzeyde bir çılgınlık olduğu iyice hissedilmeye başlandı. Çünkü Market, ucuz iş gücü olması sebebiyle yabancı çalıştırmaya başlamıştı. Öyle ki, Marketşehir’de bir Çin mahallesi olmasa da bir Çin sokağı kurulmuştu. Yabancı çalışanlar dolayısıyla ilçe içinde iletişim git gide zorlaşıyordu. İlk çözüm, İngilizcenin de kullanılmaya başlanmasıyla oldu; ama ağırlıkla Türkçe konuşulmaya devam edildi. İngilizcenin etkisi en çok dükkân tabelalarında hissedildi. HAVAM Bakkalları iş stratejileri gereği globalleşmeyi önemli bir büyüme faktörü olarak görüyorlardı; bu yüzden isimlerini LIGHT Store olarak değiştirdiler; LIGHT isim tercihlerinin sebebi ise Market’in büyüklüğüne kıyasla daha hafif, daha küçük ve daha işlevsel olduklarını ifade etmek içindi. Basın bülteninde LIGHT Store’un otuzuncu şubesini Çin sokağında başlangıç seviyesinde Çince bilen çalışanlarla açtığı da sevinçle duyuruluyordu.
Tüm bu keşmekeş içinde kimin mahalleli olduğu kimin olmadığı unutulmuştu. Marketşehir’in büyümesiyle meydana gelen yabancılaşma mahalle efradının birbirine karşı olan tavırlarını da değiştirmişti. Mesela altın günleri artık çok demode görülüyor ve sadece bir elin parmakları kadar farklı grup altın günlerine devam ediyordu. Artık altın günlerinde Market hediye çeki vermek moda olmuştu; o yüzden onlar da altın günlerine çağ dışı gözükmemek için Market günü diyorlardı. Eskiden birbirine selam vermeden birbirlerinin yanından geçmeyen insanlar, Market poşetlerini taşımaktan çöken omuzlarıyla beraber başlarını da aşağı eğiyor ve selamsız sabahsız birbirlerinin yanından geçip gidiyorlardı. Kışın kahvede toplanan erkekler kahve kafeye dönüştüğü için toplanmaktan vazgeçmişlerdi; onun yerine Market’te indirime giren ürünleri takip ediyor; al-sat yapıp internetten para kazanıyorlardı. Mahallede bağıra çağıra çeşit çeşit oyun oynayan çocuklarsa Market’ten iki alana bir bedava kampanyasıyla satın alınmış tabletlerinde renkli dünyalara dalmışlardı.
Market’in üçüncü fazı büyük bir coşkuyla, cumhurbaşkanı ve başka ülke siyasilerinin katılımı ve uluslararası popülerlikte şarkıcıların bulunduğu bir festivalle ve Market sinemasının ev sahipliği yaptığı 1. Uluslararası Marketşehir Film Festivali ile ve MarketSpor’un ev sahipliği yaptığı 1. Marketşehir Uluslararası Korfball Turnuvası ile açıldı. Üçüncü faz bittiğinde Marketşehir’in nüfusu yüz elli bine dayanmıştı. Marketşehir’deki yüz elli bin nüfusun otuz bin kadarı Market’te çalışırken kırk bin kadarı da Market ile ilişkili işlerden ekmek yiyordu. LIGHT Store, Market’in üçüncü yıl şenliklerinde sponsor olarak gururla yer almış ve yetmişinci şubesini açmıştı. Üçüncü yıl etkinliklerinde, önceki seferlerin aksine, yeni bir faz duyurulmamıştı. Market, hızla yaptığı devasa yatırımların meyvesini aldıktan sonra yeni fazlar gelebileceğini açıkladı. Market’in yeni yılındaki en önemli duyurulardan biri, Market’in uluslararası popülerliğinin artırılması için İngilizcenin resmen kullanılmaya başlanmasıydı. Bu karar ilk başta milli hassasiyetleri olan birtakım vatandaşları rahatsız etse de Türkçe kullanımına devam edilmesi tepkilerin artmasına mâni oldu. Ayrıca, herhangi bir aksilik çıkmaması için yeterli miktarda polis üçüncü yıl etkinlikleri boyunca hazır bulunuyordu zaten.
Üçüncü yıldan sonra, üç yıl boyunca yeni bir faz inşa edilmeksizin devam edildi. Marketşehir sekiz yüz bin nüfusa ulaştı. Marketşehir, modern yaşam standartları, düşük suç oranı ve elbette dillere destan Market’iyle inanılmaz bir başarı hikâyesi olarak anlatılageldi. Taşı toprağı altın denilen İstanbul’un yerini Marketşehir almıştı neredeyse: İtibarlı ve uluslararası ekonomi dergilerinin birinde, Marketşehir’de bir dolarlık yatırımın bir ay içinde bir dolar kırk yedi sent olarak geri dönebildiği yazılmıştı. Herkesin kârlı çıktığı bu yatırımlardan kimin zararlı çıktığı sorulmuyordu; çünkü bu komik bir soruydu.
Market, bu yazının ertesinde, sessizliğini bozup dördüncü fazını duyurdu. Bu faz ile beraber bir üniversite, bir kütüphane ve bir de şehir parkı inşa edilecekti. Yönetim, bu projeler için yine Marketşehir sakinlerinden arsalarını satın almıştı. Önceki arsa devirlerine kıyasla, inanılmaz rakamlar sunulmuştu Marketşehir sakinlerine; onlar da sakin kalamayıp arsalarını devretmişlerdi. Muhtarın dahi nevri dönmüş ve etrafı Market binalarıyla çevrilmiş mahallenin muhtarlığından istifa etmeyi seve seve kabul etmişti. Bu satışlarla beraber, eski mahalle tamamen yıkılıyordu.
Zaman içinde Market yalnızca eski mahalleyi değil, Marketşehir’in geri kalanını da yemeye başladı. İki yıl içinde, Marketşehir’in dörtte biri Market’in mülkü haline gelmişti bile. Market buraları yıkıp yeni inşaatlar yapıyor ve göz kamaştıran yapılarla herkesi büyülemeye devam ediyordu. Marketşehir’in sakinsizleşmesi bölgedeki LIGHT Store şubelerini derinden etkilemişti; ama neyse ki LIGHT Store diğer şehirlerdeki yatırımları sayesinde hâlâ dimdik ayaktaydı. Market ile yapılan anlaşma çerçevesinde, sadece Market’te satılan bazı ürünler diğer şehirlerdeki LIGHT Store mağazalarında geçici süreyle satılıyor ve halk bu ürünlere oldukça rağbet ediyordu. Kimi zaman LIGHT Store’un sahipleri AVAM Bakkalları günlerini hatırlıyor; o zamanlarda çok zengin olmasa da çok daha mutlu olduklarını, başarılarının sırrının sorulduğu ekonomi dergilerinde, zenginleştikten sonra ortaya çıkmış göbeklerini, zenginliklerinin nişanesiymişçesine, çekinmeyen bir pozla gösterirken, Boğaz manzaralı villalarında ifade ediyorlardı.
Altı yıl sonunda eski Marketşehir sınırları içerisindeki tüm arazi Market’in olmuştu. Artık Market’e Dünya’nın Deposu deniyordu: Market sadece kendi operasyonlarının değil; başka ticaret şirketlerinin de merkezi haline gelmişti. Market her ne hikmetse bunca yatırıma ve para saçmaya rağmen her çeyrekte inanılmaz kârlar elde etmeye devam ediyordu. Herkesin kârlı çıktığı bu yatırımlardan kimin zararlı çıktığı sorulmuyordu; çünkü artık soracak kimse kalmamıştı.
Gün geldi ki Market, yağmurlu bir günde, siyah takım elbiselerle düzenlenen bir basın toplantısında, kârlarında yüzde ikilik azalma olduğunu açıkladı. Bu gerileme ekonomi dünyasını derinden sarstı; ekonomi programlarında günlerce kârdaki gerilemenin sebepleri tartışıldı. Market yönetimi, kârlardaki düşüşün Market’in çok büyüdüğü için ulaşılabilirliğinin azalmasının müşterilerin kafasını karıştırmasından ötürü oluşan kaybolmuşluk hissinin tüketmekten veya Market’i ziyaretten korkutacak bir düzeye ulaştırması ve artan sabit maliyetlerle açıkladılar. Bunun önüne geçmek için servislerle sağlanan Market içi ulaşıma kapsamlı bir metro hattıyla destek verilmesi kararlaştırıldı. Bu metro hattı sadece Market’in çeşitli yapılarında değil; aynı zamanda yapıların belirli bölgelerinde de istasyona sahip olacak; böylece kaybolmuşluk hissi azaltılacaktı. İnsanlar isterlerse lunaparkta atlı karıncanın önüne, isterlerse Market’in giysi reyonuna, isterlerse squash kortuna birkaç dakikada ulaşacaktı. Öte yandan, Market yönetimi, Marketşehir’in evsizleştirilmesinin de yanlış bir karar olduğunu kabul ediyor ve Market arazisi içine kurulacak Market Evleri projesini duyuruyordu. Market Evleri ile tüketim ve Market’in her yerine ulaşım çok kolaylaşacaktı. Akıllı ev sistemleriyle ev sahibinin tüketim alışkanlıkları takip edilecek ve evin eksiklikleri bir tuşa dokunmayla giderilecekti. Akıllı evler, tüketim davranışlarına göre müşter- ev sahibine yeni ürünler veya kampanyaları da duyuracaktı. Market Evleri projesiyle beraber, Marketşehir’in içerisinde olan Market, artık Marketşehir’i kapsar hâle gelecekti. Market, neredeyse Dünya’nın en değerli şeyi hâline geldiği için, bu canlandırma projelerine siyasi otorite de tam destek veriyor, devlet bankaları sınırsız kredi açıyordu. Vatandaşlar da Market Evleri’ne yatırım konusunda teşvik ediliyordu. Bu sayede ilk etapta planlanan iki bin konut satışa sunulmasının ardından on dakika içerisinde satıldı. Alanlardan biri de muhtardı -yatırım niyetiyle-. Bu hamlelerle Market’in kârı ve kredi notu toparlandı.
Market Evleri projesi devam ederken, bir anda beklenmedik bir şey oldu. Ekonomik kriz dendi adına. İnsanlar olmayan paralarıyla fazla borçlanmış ve bu yüzden de para ihtiyacı olduğunda kimsede para olmadığı hatırlanmıştı. Kriz olunca tüketim azalmış, tüketim azalınca Market de zora girmişti. Market’in kapısını çalmıştı ona borç verenler takım elbiseler içinde: Bakın, demişlerdi, borçlarınızı ödemediniz. Market demişti ki, tamam, bakın, şimdi biraz nakde sıkışığım, ödeyeceğim. Borcunu isteyen takım elbiseliler demişti ki, evet anlıyoruz sizi biz; çünkü biz de nakde sıkışığız; o yüzden borcunuzu vaktinizde ödemezseniz bu çark dönmez. Market demişti ki, tamam, bakacağız bir çaresine. Herkesin kârlı çıktığı bu yatırımlardan kimin zararlı çıktığı sorulmuyordu; çünkü herkesin zararlı çıktığı fark edilmişti.
Market’in elde ettiği kârların sürekli borçlara, hatta bir noktadan sonra sadece o borçların faizlerine, hatta bir noktadan sonra o borçların faizlerini ödemek için alınmış başka borçların faizlerine gittiği ortaya çıktı. Market, çok geçmeden, internet sitesine koyduğu sade bir duyuruyla, iflas ettiğini açıkladı. Market’in iflası ülkede korkunç bir paniğe sebep oldu. Ülkenin, hatta dünyanın en büyük şirketlerinden biri iflas etti diye kredi derecelendirme kuruluşları anında ülke notunu düşürdü, dolar yükseldi, borsa düştü, işsizlik sadece Market’in iflası yüzünden bir ayda yüzde üç buçuk oranında arttı. Neyse ki muhtar emekli olmuştu. Ben dediydim ilk açıldığında, diye anlatıyordu muhtar, helâk oluruz yarına diye, olduk işte; ha biraz sonra ha o an ne fark eder ki?
Fakirleşen halk, uygun fiyatlı LIGHT Store’dan alışveriş yapmaya yöneldi ve LIGHT Store cirosunu önceki çeyreğe göre tam dokuz kat artırarak bir rekora imza attı. Ancak bu inanılmaz gelişme, ekonomi haberlerinde birkaç cümleyle geçiştiriliyordu.
Market’in iflası özellikle siyasi otoriteyi derinden sarsmıştı. Siyasi otorite, bir şekilde Market’in toparlanması gerektiğini, böylece ülke ekonomisinin de toparlanacağını düşünüyordu. Market’in derhal açılması ve eski ihtişamıyla tüketim canavarlarınca talan edilmesi elzemdi. Bunun üzerine, çok eleştirilecek bir karar alındı ve Market yönetimine dudak uçuklatan bir mali destek teklifi sunuldu. Bu teklif kimi ekonomistlerce dehşete düşürücüydü: Market ile çok büyük bir hata yapıldığını, tüketim bazlı büyümeye değil üretim bazlı büyümeye öncelik verilmesi gerektiğini ve artık bu hatanın arkada bırakılması gerektiğini söylüyorlar ve fakirlikle boğuşan halkın da bu kanaatte olduğunu ekliyorlardı. Ekonomi bakanı, o öyle sizin istememenizle olacak şey değil dedi ekonomistlere, kaç milyon dolarlık yatırım var ortada. Öyle kolay mı mahalle baskısından dükkân kapattırmak?
Market yönetimi mali destek teklifini ülkemiz için diyerek kabul etti ve böylece Market güç bela tekrar açıldı. Market’in açılmasıyla beraber işsizlik de azaldı ve tüketim çarkları ittirerek de olsa tekrar dönmeye başladı. Market Evleri’nin inşası tamamlandı ve hemen ardından ikinci etap “Ülkemiz İçin” sloganıyla duyuruldu. Siyasi otorite ve kimi ekonomi uzmanları Market Evleri’ne yatırımın kesinlikle pozitif dönüşü olacağı konusunda hemfikirdi. Sadece o da değil, alışverişlerin de mümkün mertebe Market’ten yapılması konusunda da bir seferberlik başlatılmıştı. Çünkü Market’in selameti, herkesin selameti demekti. Bu seferberlik kampanyasıyla beraber Market birkaç yıl sonra neredeyse eski günlerine dönecekti. Market’in kârlı çıktığı bu kriz ortamından kimin zararlı çıktığı sorulmayacaktı; çünkü seferberlik zamanı böyle şeyler sorulmazdı.
İlk Yorumu Siz Yapın