İçeriğe geç

Kitap: Gül Yetiştiren Adam – Rasim Özdenören

Gül Yetiştiren Adam’ı okumam gerek diye karar vermemi sağlayan şu satırlarla başlamak istiyorum bu yazıya:

“… şimdi ömrünü bitmiş say, ömrün bitmiş de sen yalvarmış, yakarmışsın, sana gözyaşların için cabadan bir gün daha vermişler.. işte şu anda da o bir tek son günün içinde bulunuyorsun.. işte o son günde ne yapacaksan, her gün onu yapacaksın.

O zaman bu [güllerle bezeli] bahçede gezinmem ki, der çocuk.

Ne yaparsın ya?

Ağlarım.” – sf. 19

Gül Yetiştiren Adam’a ana hatlarıyla baktığınızda, “Neden birbirinden kopuk iki hikâye anlatılıyor?” diye sorgulamanız olasıdır. Roman, kitaba adını veren “gül yetiştiren adam”ın hikâyesi ve “günah şehri” Las Vegas’ta kumar, aşk, kıskançlık, aldatma ile bezeli bir hikâye arasında gidip geliyor. Bu iki kopuk hikâye, sadece romanın sonunda bir gazete haberinde birbirine değiyor, ona da değmek denebilirse tabii. Yazarın böylesine birbirinden kopuk iki hikâyeyi beraberce anlatmasının tek sebebi var: Zaman. Bu iki hikâyenin aynı zamanlarda geçiyor olması belki de kitabın en çarpıcı yanı. Bir yanda mukaddesat uğruna işgalcilere karşı savaşmış ama sonra kurulan laik devletle tabiri caizse hüsrana uğramış ve bu yüzden de evinden dışarı adım at(a)maz olmuş bir ihtiyar, öte yanda bir kıskançlık oyunu içinde duyguları istismar edilmiş bir adam… Yazar bu iki hikâye aracılığıyla, İslam ile yoğrulmuş Türk kimliğinin uğradığı yozlaşmayı gözler önüne seriyor. Sadece yozlaşmayı değil, yozlaşmaya karşı direnişi de (gül yetiştiren adam) ustalıkla anlatıyor. İslami usul kıyafetlerini terk etmedikleri için asılan (din) kardeşlerinin aksine, gül yetiştiren adam ölüme yürümeye cüret etmiyor; ama kendinden taviz vermek de istemiyor, bu yüzden de evine kapanıyor. Yaptığının doğru olduğundan emin değil, belki o da kardeşleri gibi davranmalı ve darağacına yürümeliydi. İçini kemiriyor bu düşünce. Ama yapmıyor. Elinden gelen tek direnişin evine kapanıp kendine mukayyet olmaktan geçtiğini görüyor. Gül yetiştiriyor evinde. Mest eden kokuları var güllerin. Gülün seçilmiş olmasının elbette -İslami- bir anlamı var. Belki de bu anlamın en güzel tezahür ettiği sahne de ihtiyarın yolda görse hallerine üzüleceği gençlerin, ihtiyarın evinin yakınında oturup gül kokusuyla mest olmaları. İslam üzere inşa edilmiş bir şahsiyetin, tıpkı gül kokusu gibi, bütün insanları hoşnut edebilecek olmasına karşın, araya giren küfür duvarı, bu kokunun sokakları kaplamasına mani olmuştur. Yine de, son savunma mevziinde, özel alanda, gül, inatla kokusunu yaymaya devam etmektedir.

Öte yandan, bir de Sitare vardır. Sitare, kendinden çok daha yaşlı ve ölüm döşeğinde bir adamla evlidir. Öte yandan, Sitare, Yavuz isimli birini sevmektedir; ama o, kendisine bakmamaktadır. Sitare, Yavuz’u elde etmek için, onu ikinci hikâyedeki anlatıcımızın duygularını istismar ederek kıskandırmaya karar verir. Bunun için tertip edilmiş bir Las Vegas tatilinde dahil oluruz onlara. İlk başta bu entrikalardan tamamen habersiz olan anlatıcımız, Sitare’ye güvenemese de, git gide onu sevmeye başlar. Sitare bize karmaşık bir karakter olarak sunulmuştur. Sitare bencildir, usta bir yalancıdır; iyi entrika çevirir; asla hakiki anlamda âşık olamayacağını düşünen, muğlak sorularla kendince kendine bir üstünlük algısı oluşturan bir karakterdir. Bu sebepler yüzünden Sitare konuşmalarda hep kelime oyunları yaparak konuştuğu kişi ile oynuyormuş izlenimi verir. Bu kısımlarda geçen ve felsefî diyebileceğimiz konuşmalar da, öbür hikâyenin dinî temeline karşı konumlandırılmış gibidir. İkinci hikâyede hiçbir şekilde İslami bir referansın bulunmaması, karşıtlığı çok daha fazla artırmaktadır. İkinci hikâyedeki diyalog ağırlıklı anlatı, belli bir dinamizm de katmaktadır. Bu da başka bir karşıtlık teşkil ediyor: Çünkü gül yetiştiren adamın hikâyesinde diyalog çok daha az. Hikâye çoğu vakit eski zamanların anlatımı ya da ihtiyarın düşünceleri üzerinden ilerliyor. Las Vegas’taki hikâye olay üzerinden ilerlerken, Kahramanmaraş’taki hikâye durum üzerinden ilerliyor. Las Vegas hızlı, Kahramanmaraş ağır. Diyalog bazlı “Yeni” Dünya hikâyesi, geçmişten anlatacak hiçbir şeye sahip değilken -temelsizlik-, “Eski” Dünya’nın hikâyesinin geleceği yoktur -ümitsizlik-. Geleceği olmayan Eski Dünya’nın hikâyesinin ilerleme sorunu varken, Yeni Dünya’nın hikâyesi ise dur durak, gece-gündüz dinlemeden ilerlemektedir. Eski Dünya’nın hikâyesi parlak ses ve görüntülerden uzakta iken, Yeni Dünya’da geceleri bile apaydınlıktır ve bir yerlerden sürekli müzik sesi gelmektedir. Eski Dünya’nın hikâyesi bir eve sığarken, Yeni Dünya’nın hikâyesi koca bir şehre sığmayacaktır. Eski Dünya’nın hikâyesi gül kokusu gibi zahmetli bir kazanç üzerinden işlenirken, Yeni Dünya’nın hikâyesi kumar sonucu elde edilecek zahmetsiz kazanç üzerinden işlenmektedir. Eski Dünya’da gayret, Yeni Dünya’da netice meşrudur. Eski Dünya’da Allah aşkıyla yapılanlar şaşırtır, yeni Dünya’da dünyevi aşk için yapılanlar. Yeni Dünya’da anlatıcı bendir, Eski Dünya’da ise tanrısal bakış açısı vardır. Romanın tüm bu farklılıkları düşündürmek için bu iki benzemez hikâyeyi beraberce anlatması, bu kıyasları yapmaya vesile olduğu için çok kıymetli.

Romanın sadece 144 sayfa olması (İz Yayıncılık, 32. baskı) şaşırtıcı; çünkü roman kendini daha uzunmuş gibi hissettiriyor. Bunu da yazarın yoğun ama yormayan, fazlalıklardan arınmış anlatımına borçluyuz. Betimlemeler ve tahliller nokta atışı. Eserin dili çok sağlam. Las Vegas’taki hikâye çok daha hafif kalsa da gül yetiştiren adamın hikâyesiyle beraber oldukça ağır ve düşündürücü. Zaten yukarıda dediğimiz üzere, Las Vegas hikâyesinin asıl amacı tezatlara işaret etmek. Ben şahsen beklediğimden fazlasını buldum Gül Yetiştiren Adam’da. İçe kapanmış, anlatılamamış bir hüzünlü nesli, trajik olarak tanımlayacak olsak belki de trajedi gâvur tanımlaması deyip itiraz edecek bir nesli, bütün acısıyla ve parçalanmışlığıyla anlatıyor Özdenören. Bize de okumak, üzerine düşünmek ve neleri kaybettiğimizin bile hakkıyla farkına varamamış olmamıza rağmen, aramak kalıyor.

8/10

Üslûp
Ana fikir
Karakter derinliği

Alıntılar:

“Sesi birden çok dokunaklı geldi bana. Bir acıma duygusuyla birlikte. Nasıl anlatmalı, eşya yerine koyduğun bir kölen vardır, hiçbir şeyine dikkat etmemişsindir, bir gün yemek yerken görürsün onu: acıkmış bir halindeyken, iştahla yemek yediğini görürsün, o da senin gibi çiğnemektedir, çiğnediği lokmaları senin gibi yutmaktadır, gırtlağının inip kalktığını fark edersin, işte o anda, birden, bu adamın da bir insan olduğunu anlarsın, bunu anladığın anda da içini ezilmiş bir acıma duygusu kaplar, bütün dünyan bir ân için, hiç olmazsa o ân için değişiverir.. sesini duyunca buna benzer bir duyguya yakalandım.” – sf. 91

“… içinizdeki İslâm’ı gösterin. Çünkü İslâm, sizin üzerinizde görünmek ister. İman gizlidir, İslâm açık. İman kalbdedir, İslâm zahirde. İslâm şeriatsa, şeriat sizin amellerinizde görünmek ister.” – sf. 133

Kategori:Genelkitap

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir