İçeriğe geç

Kitap: Beyhude Ömrüm – Mustafa Kutlu

Bu yazıyı, “Evet, beyhude.” deyip bitirmek gerek belki de. Mustafa Kutlu’nun en hacimli “hikâye”lerinden olan Beyhude Ömrüm hakkında söylememiz gerekenler bu kadarla sınırlı değil; ama bu kadarı dahi bir sınır teşkil edebilir. Beyhude Ömrüm, yazarın, ne anlatırsa anlatsın, dönüp dolaşıp kadim gerçeklerin ebediliğine ve edebîliğine dönüş yapılacağını anlatan güzel bir hikâye.

Kitabı okumamın üzerinden uzun bir süre geçtiğini ve bu sebeple yazıda bazı hatalar bulunabileceğini belirteyim (Aynı zamanda bu sebepten dolayı yazı biraz kısa.). Her neyse, hikâyemiz köyde başlıyor. Bir arazi var, bu arazide bahçe yapmak isteyen ana karakterimiz ve o araziyi karakterimize bırakmak istemeyen bir adet muhtarımız var. İşte, diyorsunuz, herhalde bu hikâye bu çatışma üzerinden ilerleyecek, belki biri birini vuracak; ya da arazi kimin olursa olsun ona yâr olmayacak, işte bu yüzden de beyhude ömrüm denecek ve hikâye sonlanacak. Ama hayır. Yazar, şaşırtıyor; ama bu da sıradan bir şekilde. Kitabın ortalarına yaklaştığınızda, bu arazi meselesi çözülüp bitiriliyor. E peki sonra ne oluyor diye düşünebilirsiniz. Kitap kurduğu köyün diğer karakterlerini de hikâyeye katıyor. Köy büyüyor, hikâye genişliyor; o zamanlar anlamaya başlıyorsunuz kitabın başlığının ne anlama geldiğini: Sadece bir bahçe meselesi üzerinden anlatılmayacak bu beyhude ömür, bütün ömür anlatılacak.

Bu ömrün içine sığanlar aynı zamanda o zamanlar genç bir cumhuriyet olan Türkiye’ye de ışık tutuyor. Bu açıdan Beyhude Ömrüm’ün 2017’de yayımlanan Tarla Kuşunun Sesi ile benzerliklerini göz ardı etmek mümkün değil. Beyhude Ömrüm bir kişinin hikâyesi iken Tarla Kuşunun Sesi birkaç nesle yayılmış, daha zengin bir anlatı.

Köy büyüdüğü gibi küçülüyor, herkes İstanbullara gidiyor, gelen giden azalıyor, karakterimiz dahi bir ara şehir hayatı görüyor da sonra koşa koşa köyüne dönüyor. Köyde yaşam zor olsa dahi, insanın bildiği, kendi zorluğu gibisi yok. Zaten sonra ölüm vakti gelince, çoğu şeye beyhude imiş demeyecek miyiz? Benim için bu hikâye de öyle. İçinde anlatılanların çoğu aklımdan gitmiş neredeyse, ama şunu deme gerekliliği kalmış: Evet, beyhude.

8/10

Samimiyet
Ana fikir

Alıntı:
Gidin bakalım.
Her güz kurulur bu kervan.
Köy kendini geçindiremiyor. Gurbetin geliri olmasa halimiz harap.
Güzün gidecek, bahara yonca biçiminde dönecekler.
Bazıları artık dönmüyor. İstanbul gurbetinde yerleşip kalanlar var.
Köyün nüfusu git gide azalıyor.
Onlar da oraya bir bahçe kurmaya gidiyorlar.
İnsanoğlu dünyaya niçin gelir?
Herhalde bir bahçe kurmaya gelir.
Bu düşünceyle gülümsüyorum.
Dünya dediğimiz de bir gurbet değil mi? – sf. 70
Terk-i dünya demişti. Evet. Ama hani dünya. Hani ev-bark, çoluk-çocuk, mal-mülk.
Nasıl bir dünyaya sahip olmuştu da, onu terk ediyordu? İşte burası meçhul.
Bir güçsüzlük, bir kararsızlık, mecrasını bulamamış bir dere gibi. – sf. 119

Kategori:2018kitap

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir