Bu hikâye, Muhayyel dergisinin “hikâyenin 26. kelimesinin 26 kere kullanılacağı 526 kelimelik bir hikâye yazma” çalışması kapsamında yazılmıştır. 26 kere kullanılmış olan “kutu” kelimesi metinde kalın yazı tipiyle belirtilmiştir.
Uyanıyorsun. Bulanık bir ışık huzmesi var ötelerde. Denizin derinliklerindeymişsin gibi deveranlı bir uğultu var. Açık mavilik var, elini sıkıyorsun, kum var. Denizin dibindesin. Kalkıyorsun. Bir kutu var ayağının dibinde. Sonra beni görüyorsun. Benle kutuyu görünce ben ve kutuyu irtibatlandırıyorsun. Pardon, diyorsun, sizin miydi kutu? Sana dönmeden konuşuyorum: Kutudan daha önemli şeyler yok mu? Etrafına bakmaz mısın? Hayır, diyorsun, sanki az önce uyumuyormuşsun gibi dinç bir sesle, etrafım çok büyük, yoğun ve bir şey yapamam. Ama kutu, o başka. Bir şey yap diye demiyorum ki, denizin dibindesin, merak etmiyor musun, neden denizin dibindeyim, neden vücudum su yüzeyine çıkmıyor diye? İyi de, diyorsun, uyandığımdan beri böyleyim. Bunun benim tabiatım olmadığı ne malum? Şaka maka zekâ parıltıları var sende. Hazineler de denizin dibini boylarlar… Ben böyle düşünürken sen sıkılıyorsun. Pardon, diyorsun yine, konumuza dönsek ya, kutuya? Kutu benim değil, diyorum, o kutu Pandora’nın kutusu. Hmm, diyorsun ciddi bir tavırla, o hâlde kutuyu açmayalım, Pandora’nınmış. O anlamda demedim diyorum, tehlikeli yani o kutu; ama senin o kutu. A, kutuyu hiç hatırlamıyorum diyorsun. Ne hatırlıyorsun ki diye sorduğumda kafana dank ediyor o boş küme. Sana bakmıyordum ama dehşet içinde dizlerinin üzerine çöktüğünü dizlerinin kuma gömülürken çıkardığı boğuk iniltiden ve deniz suyunun içinde sim parıltısıyla savrulan kum zerrelerinden anladım. Denizin dibinde ne yapıyorum diyorsun. Metafor bunlar yahu, o kadar kasma diyorum, ama sesimde rızasızlığımı belli ediyorum. Asıl metaforsa kasmamız gerekmiyor mu, o metaforun ardındakileri anlamamız gerekmiyor mu dediğinde sinirlenip anlamamız gerekseydi metaforun arkasına saklanmazdı diye bağırıyorum ağzımdan baloncuklar saça saça. O an anlıyorsun ki o vakte kadar ağzımızdan konuşmamışız ikimiz de, çünkü ilk defa baloncuk çıkıyor. Zaten o yüzden seslerimiz de boğuk değilmiş. Sonra, nedense, o öfke dolu kırılma anından hiç etkilenmemiş gibi, kutuya dönüyorsun. Bu kutu benimse, açmam gerekir, değil mi, diyorsun çocuk gibi. Neye sahibiz ki gerçekte diyorum. Yeri ve zamanı mı şimdi, diyorsun. Yer ve zaman idrakin mi var ki diyorum, hafızanı kaybetmedin mi? Bir perde var, diyorsun, bildiklerimle aramda sadece bir perde var. İdrak perde merde dinlemez ki. Neyse ne, yeter metafor filan. Aç kutuyu. Kutuda ne olduğunu biliyor musun diyorsun. Benim değil ki, senin, diyorum. Kutumda büyük hissediyorum, diyorsun. Açmasan mı o zaman? Asıl o zaman açmak gerekmiyor mu? Pandora’nın kutusu dedim ya! Olsun, büyük hissediyorum kutumda, açcam diyorsun çocukça. O vakit sana dönüyorum: Kutunun ipini çözüyorsun, ister istemez bir kamera sana yakınlaşıyormuş gibi hayal ediyorum, müzik yükseliyor ve kutuyu açıyorsun. Pasta mı, diye şaşırıyorsun. Yaş pasta, diye düzeltiyorum, su altında olduğumuzdan değil, cinsi yaş olduğu için. Eee, kötü mötü dedin, glikoz şurubu mu var pastada? Ne kadar düz düşünüyorsun… Yeni bir yaşın hakkında hayırlı olmayabileceğini hiç düşünmüyor musun? Korsanlar da denizin dibini boylarlar. Belki de korsansın. Yok, dedi, değilimdir, korsanlar doğum günü kutlarlar mı hiç? Kutuya eğiliyorsun, keşke çatal bıçak olsaydı, nasıl yiyeceğiz ki böyle diyorsun. Eline yüzüne bulaştıracaksın, sırf yemiş olmak için. Eh pasta ziyan mı olsaydı, diyeceksin. Kendini ziyan etmekten evla değil mi, diyeceğim ama dinlemiyorsun. Pastayı kutudan şehvetle ve dikkatle çıkarıyorsun. Mmmm, diyorsun, çikolatalı ve çilekli. Çok severim. Kutuyu yere atıyorsun. Enfes, enfes, diyorsun ilk ısırıkta. Deniz tuzu ayrı bir tat katıyormuş. Beş on dakika mmmlarla, elini şapır şupur yalamalarla geçiyor. Oh, bitti çok şükür diyorsun. Belirsiz bir ışık huzmesi var ötelerde. Uyuyorsun.
İlk Yorumu Siz Yapın