İnsanlık öldürür yalnızları.
Yürüyorum karanlıkta yokuş aşağı. Kafamda tek bir cümle: Devrik olacak bu cümle yokuş aşağı gidişim gibi. Güya geceydi; ama nereden geldiğini bulamadığım bir ışık gündüz yapmıştı sokağı. Çok mu güzeldi kafam? Hayır o dündü, dün güzeldi. Bugün içmedim. Bugün ne yaptım ben?
Yokuş bitti. Sahile inmiştim. Nadiren arabalar geçiyor. Sarı taksiler, sarı ışık altında mide bulandırıcı ve karanlık. Sahile geçmeliyim. Işıklara yürümeli.
Ne diyordum, bugün ne yaptım ben? Sabah anlamsızlığa uyandım. Hep öyleydi zaten. O bir an vardır ya, uyanırsın ama neden uyanacağını çözemezsin; uyanmazsan kötü şeyler olacaktır; ama uyanırsan da iyi bir şeyler olmayacaktır. Belki de görmüyoruzdur o iyi şeyleri, olamaz mı? Uyurken sadece rüya görürüz. Hayaller, kâbuslar, yalanlar, gerçekler, sevdiklerimiz, sevmediklerimiz, sevemediklerimiz, bizi sevenler ama bizim fark etmediklerimiz. Var mıydı sahiden beni seven biri? Ben görmemiştim ama? Ne derin bir ama, ne keskin bir ama, canım acıyor ama. Uyurken çok şey görürmüşüz aslında. Uyanıkken gördüğümüzden daha fazlasını Hayır bugün içmedim. O dündü. Ama gerçek değildir ya gördüklerimiz, rüyadır hani, rüyamız hayrolsundur, geçiştiririz. Önemsemeyiz.
Neyse, uyandım diyecektim yalnızca, yine sapıtıyorum -yalnızım ya ben-. Bu esnada sahile de geldim oturdum banka, yürürken düşünmek zor oluyordu; daha rahat anlatacağım sanırım. Uyandım işte, neyse. Saat on biri geçmiş. Yapacak bir adet işim bile yok. Neden uyanayım ki diye düşünüp tekrar uyusam; ama karnım öyle bir gurulduyor ki -bir de başım ağrıyordu dünden dolayı-, kalkıyorum, bayat ekmeğin arasına peynir sıkıştırıp yiyorum. Bir de ilaç alıyorum ağrımı kessin diye. Gerisin geri yatağa giderken takılıyor ayağım dün sonunu gördüğüm şişeye. Ölü gibi yatıyor yerde şişe; bir ölü gibi içi boş, yeşiliyle de bir cenaze aracı.
Bıraktım şişeyi, girdim yatağa. Belirsiz bir uykuya teslim ettim kendimi, saat on iki buçukta artık uyuyamayacağımı anlayarak bu defa kesinkes kalktım. Ekmeği yiyip de uyudum diye ağzıma ekşi bir tat gelmişti. Rezil. Yatağımı toplamadım, gittim bir artı birlik küçük evimin diğer odasına, öylece yığıldım. Televizyonu açtım; izlemedim. O artistin o gece nasıl bir dekolteyle sahneye çıktığına inandım, kagu adlı garip ve sevimli kuşu gördüm, parayı arayan bir aşkın hikayesini de dinledikten sonra kapattım. Ekranda ben vardım şimdi, yansımam, arkamda pencere, birkaç da bina gözüküyor. Yüzüm karanlıkta, gizemli kötü olayım ben. Oturmuşum keyifle planımın işlemesini bekliyorum.
Anlayın işte, yalnızım.
İçmezdim ki ben zaten. Hiç içmemiştim hayatımda düne kadar. Evet, o dündü. Neyse, sonra kapı çaldı. Şaşırdım. Belki de odur. Açtım. Değil. Bir ihtiyacınız var mı? Hayır teşekkürler. Bayat ekmeğimle mutluyum ben. Yalnızlık karşılıklı bir şey, sadece kiminle karşılıklı olduğunu bilmiyoruz. Ben şanslıyım. Buldum. Mutluyum. Küçükken annem bayat ekmek yedirmezdi bize; bakın çıtır çıtır taze ekmekle yiyin yemeğinizi derdi. Dışlardı kötü olanı. Hayat da öyleymiş ya.
Neyse, sonra geçtim yine koltuğa serildim. Yapacak bir şeyim yok. Param yok. O içkidendi, o dündü. Düşünce kafamda inlerken ezan okunmaya başladı. Farkındayım sırf saçmalamış olmak için saçmaladığımı. Dün içmemin nedeni buydu işte, değersizlik sancısı. Gidip onca şişe ne olduklarını bile bilmediğim içkileri aldıktan sonra onları kafama diktiğimde kimsenin önemsemeyeceğini biliyordum. Bilmeyeceğini zaten biliyordum. Ama önemsemeyeceğini bilebilmeyi yeni öğrenebildim. Özgürlük işte, başkalarını mahvetmediğin sürece kendini istediğin kadar mahvedebilmek. İçtim aptalca, yüzümü ekşite ekşite, güzelleştikçe gitti kafam, birkaç kez kustum gidip, hiç ama hiç kimse önemsemedi. Şuracıkta ölsem bile önemsenmeyeceğim. O şarap şişesinden farkım yok. Bir de öküzüm tabii, direkt şişeyi dikmişim kafaya.
Ezan bitti sonra. Oyalamam gerek kendimi. Ortalığı toplayayım bari diyorum. Böylece kırk beş dakikayı daha yedim, saat iki oldu. Bayat ekmeği ekmekleri tuttuğum torbaya attım. Seni yiyeceğim sevgili bayat ekmeğim, yalnız kalmayacaksın! Çöpün dibini boylamayacaksın! Bir de yalnızlık paylaşılmaz derler. Al işte sevgili bayat ekmek, ikimiz de yalnızız; birbirimize deva değiliz; ama birbirimizi anlıyoruz, seviyoruz. Ben yiyecek kadar seviyorum seni. Sen de, ben de dışlanmışız. Çürük elma gibiyiz sonuçta, kaliteli değiliz; ayıklanmamız lazım ki iyilere yer açılsın. Ben de açıkçası gidip bayat ekmek almıyorum fırından. Hep tazeler var. Bayatlar bir yerlere gidiyor; kimse önemsemiyor.
Yalnızlık öldürür insanı.
Ah, daha günü anlatmayı bitiremeden geliyor işte. Keşke bitirseydim anlatmayı. Neyse, Boğaz manzarasına bakarken ben onu ancak yanıma geldiğinde fark etmiş gibi yapıyorum, ayağa kalkıyorum, selamlaşıyoruz ve de oturuyoruz.
“N’apıyorsun abi?”
“N’apayım işte, boş boş takılıyorum. Yakında gideceğim, biliyorsun.”
“Heh abi, söylesene nereye gittiğini artık. Bak, benim de finallerim bitiyor, birlikte gideriz belki. Yurtdışına mı yoksa?”
Galiba yurtdışı oluyor. “Evet.”
“Vaaay, oğlum neden lafı sürekli gevelemişsin onca vakit, yurtdışına çıkıyorsun ve bana haber mi vermiyorsun?
“Yok, öyle değil. Ben…”
Demiştim size günün geri kalanını anlatsaydım keşke diye. Neyse.
“… ben öleceğim.”
Kaldı öylece. Anladı gecenin köründe neden çağırdığımı. “Ne…” dedi, zar zor nefes aldı, “Şaka?” dedi, daha da büyüyen gözbebekleriyle bana baktı, “Anlatsana!” dedi.
Benim de yüzüm asıldı. “Öleceğim işte. Az kaldı.”
Gözlerinden yaş geldi. Nasıl ya? Önemseniyor muymuşum? Ölmem mi gerekliymiş bunu bilebilmek için? Mutlu etti bu gözyaşları. Arkamdan bir ağlayanım olacak. Ama kesin inanmazlar. Kimler? Bayat ekmekler konfederasyonu işte. Keşke fotoğrafını çekmeme izin verse. Sarıldı bana. Ağladı. Ben ağlamalıydım sanki de; yok.
Bende bir şey olmadığını görünce işkillendi. “Bak oğlum, şaka maka değil bu di mi?” dedi.
“Yok.” dedim. Fark ettim ki boğazım düğümlenmiş, bir garip çıktı sesim.
“Ne, ne bu dediğin, anlamıyorum.”
Sonuçta bu bir hikâye, keşke çıkıp “Yalnızlıktan!” diye bağırsam ve uzunca bir tiratla gönülleri fethetsem. Bayat ekmekler alkış tutsa. Olmaz. “Garip bir şeyler işte.” diyorum.
“Ailene filan haber verdin mi, bari onların yanına dön oğlum.”
“Bir süre daha buradayım.” diyorum sadece; dönmek istemediğimi söylesem şimdi onca şey zırvalayacağının farkındayım. Ve beklendik hamle geliyor. Elini omzuma atıyor, “O vakte kadar seninle olacağım; diğer arkadaşları da çağırırız, takılırız sürekli, sefanı sür.” diyor. Ama bu işlerde acemi olduğu belli, kim değildir ki?
Farkında değil ki zaten o vakte kadar benle takılacak. Beş dakika sonra kalkıp gideceğini sanmıyorum. Ama diğer arkadaşlar yetişemez herhalde. Şu boş sahilde de anca Boğaz’ın karanlık sefasını sürebiliriz. Gülümsüyorum. Burukça, farkındayım. O da hâlâ akan gözyaşlarını siliyor, burnunu çekiyor, ikimiz de Boğaz’a dönüyoruz. Bir süre bir sessizlik esiyor. Şu kısa süre zarfında biraz daha anlatayım bugün olanları.
İşte temizlikten sonra yine kuruldum koltuğa, geleceği düşündüm. Hep yalnız olacaktım galiba. Daha da fenası üniversiteyi bitirdikten sonra askerlikti işti derken yalnız kalmayacaktım. Yalnız olmak ama yalnız kalmamak yalnızlığın en kötü halidir diyeceğim ama bayat ekmekler konfederasyonu klişelere mesafeli. Neyse işte, en iyisi ölmeliyim diye düşündüm.
Peki ya o? Bari müddet vereyim dedim. Bu akşama kadar gelirse ölmeyecektim, gelmezse de…
“Tahmini, bir şey var mı? Bir anlat, ne hastalığı bu, neden bunca vakit ortaya çıkmamış?” dedi sorgulayan bir edayla. “Bilmiyorum aslında.” dedim. “Her an nüksedebilir bir şey, kalpten. Ettiğinde de yapacak çok şey olmayacakmış bu defa.” Ne kadar da güzel yalan söylüyorum.
Düşünüyorum da, bir yandan kural ihlali yapmış oldum aslında. Sonuçta akşamdı, sonuçta belki ben çağırmıştım; ama işte gelmişti. Yani ölmem gerekmiyordu. Kim bilir, belki de birazdan aldığım ilaçların etkisiyle banka yığıldıktan sonra hastaneye götürüldüğümde belki de beni kurtaracaklardı ve ben de gözlerimi açtığımda yine orada onu görecektim, ona intihar ettiğimi söylemediğim için kızacaktı; bir de tabii böyle kafayı sıyırmış biri ile ilişiğini kesecekti. Ben bir bayat ekmektim işte. Ah, ekmeği yemeyi unuttum. Yalnız kalacak. Konfederasyoooooooooooooooon! Galiba en iyisi ölmem olacaktı bu noktadan sonra. Bayat ekmek de yüzüme bakmayacak eve dönsem.
Doktorlar illaki anlayacaktı intihar ettiğimi. Ona söyleyeceklerdi, onu üzeceklerdi. Sonra ben belki de onu öte taraftan izlerken görecektim gerçeği, onun yalnızlığını; onunkinin yanında milyonlarcasının yalnızlığını. İşte hep böyle oluyor, tam ölürken gerçekleri fark ediyorsunuz; o yüzden hep yazık oluyor bize.
Ölüm yalnızlaştırır insanı.
İlk Yorumu Siz Yapın