Şimdi, hikâye şöyle başlıyor. Merhabalar, ilgiyle takip ediyoruz, sevgiler.
Bir yazar var, kendi halinde yazan bir yazar; sonra bir hikâyesini bir dergiye gönderiyor ki, a a, kabul ediyorlar ve yayımlıyorlar yayınlıyorlar yerine yayımlıyorlar kullanılmış ne kadar da yazım kurallarına riayet eden bir yazar italik hanım merhabalar, siz de bilgilisiniz anlaşılan hem riayet dediniz merhaba italik ve altı çizili bey, teveccühünüz, teşekkürler ah şimdi de teveccüh demek ah yapmayın lütfen utandırıyorsunuz ve sonra çocuğa yoksa yazar mı demeliydi tüm entelektüel imaj silindi şimdi öyle geliyor ki kendisi belli bir edebi seviyeye erişmiş ve bundan sonra yazdığı hikâyeler de kendilerine bir yer bulur ve hatta ve hatta belki ileride meşhur bir yazar olur hani olamaz mı güzel bir hayal neticede. Neyse, bilinç akışına İngilizcesi “stream of consciousness”tır bunun, telaffuz etmesi pek hoştur kanşısnız derken sanki bu dünyanın kansızlarını tek tek hançerlersiniz saplanmayalım; yoksa kendimizi bitmez tükenmez bir hikâyede buluruz. Ama, diye düşünmüş yazar öte yandan, bilinç akışı doğru kullanılırsa akışı artırır artırmak ve arttırmak arasındaki farkı da biliyor bu yazar, ne kadar da güzel müsaade ederseniz italik hanım tam olarak nedir farkları not alayım hemen efendim şimdi artırmak dediğimiz bir şeyin artmasıyla ilişkilidir fazlalaşmak gibi arttırmak ise hani tükettiğimiz bir şeyde tutumlu olmaktır mesela para harcarız ama arttırırız niye tutumluyuzdur çünkü sonra ekonomik kriz filan maazallah ortada kalırız pek mesafe koymayalım. Sonra bu çocuk yazmaya devam etmiş; güçlü gözlem yeteneğiyle engin hayal gücünü birleştirmiş ve yazmış da yazmış. Bir süre utanmış hikâye göndermeye. Hem biraz reddedilme korkusundan hem de hikâyelerinde eleştirilecek noktalar bulduğu için. Sonra bir hikâye yazmış; demiş ki içinden, işte bu hikâye çok iyi oldu; tüm şartları tutturuyor, ben bunu göndermeliyim. Göndermiş. İlgili kişiye, yazmış gönderdiği e-postanın başına, “Postmodern Düşlerin Tasavvufi Ögelerle Süslenmiş ve Popüler Kültüre Göndermeler İçeren ve Metinlerarasılıkta Aşmış ve Total’e Oynayıp AB’ye Göz Kırpan ve Ustaca Kurgulanmış Varoluşsal Hicvi” isimli hikâyem ektedir, yayımlamanız dileğiyle. Altına da İyi çalışmalar eklemeyi unutmamış ah ne kadar da kibar; başlığa bakılırsa o hikâye enfes duruyor. Neyse, efendim, sonra, beklemiş. Otomatik atıldığını düşündüğü bir cevap gelmiş; mailiniz elimize ulaşmıştır yazıyormuş. Oysaki bir edebiyat dergisi neden mailiniz der ki diye düşünmüş yazarımız ne kadar da gayrı-edebi gerçekten de gayrı demek, vay be. Bunu düşünmeyi bırakmış yazarımız ve beklemeye başlamış. Allah’ım, dermiş içinden, belki de bu hikâyeden sonra diğer hikâyelerimi de gönderirim ve onlar da yayımlanır ve sonra belki bir gün kitabım basılır. Yazarımız bu şekilde on altı gün boyunca seksen altı kez düş kurmuş. Yıkıp yıkıp kurmamış; her birini beynindeki bulutlu arazide yan yana dikmiş; sonra trafik emlak balonu su baskınları uçak rötarları filan derken beyni İstanbul’a dönmüş. Sonra ayın başı gelmiş; hevesle derginin internet sayfasını kontrol etmiş; ilk gün çıkmamış yeni sayı duyurusu ve o o gün iki kez daha yukarıdaki gibi düş kurmuş hem de ultra lüks ve deniz manzaralı. Ertesi gün bir bakmış ki, evet, işte, yeni sayı tüm satış noktalarında yazıyor; ama, ama… Ama kendisi yokmuş o sayıda. Üzülmüş. Sünmüş. Binaları kaçakmış meğer, yıkılmış. Kelimeleri kısalmış. Cümleleri de. Ah. Sonra melankoliden akan gözyaşlarıyla kelimeleri de cümleleri de geri uzayıvermiş. Kalın ünlülerden kaçmış, ince ünlüleri benimsemiş. Melankoli kelimesindeki “söyleyemediği türden” ünlüleri tek tercih ettiği “söyleyemediği türden” ünlülermiş. Sepesessiz tepelerin sensizlikle biçilmiş tekinsiz ekinlerini düşünmüş. Öykülerindeki ama bir hikâyeci nasıl hikâyenin şapkalı a’sına dahi küser ki melankoli yükselmiş. Melankoli vesilesiyle pek üzücü öyküler şey etmiş yazmak bile diyemeyen bir hikâyeci, ne acı. Hep benzer şeyleri yinelemiş. Öykülerinde ölüme, sevgisizliğe, düşlemeye, düşünmeye, düşüncesizliğe yönelik beylik sözler etmiş. Öyküleri kötüymüş. Yine de göndermiş dergilere. Dergiler gördük demişler de görmezden gelmişler. Siz neden üzüntümü görmezsiniz diye düşünmüş öykücü. Üzülmüş. Ah üzüldüğünde bile san’attan vazgeçmiyor; kalın harflere küstü diye tüm cümlelerde ince ünlü kullanıyor. Ne kadar da zarif… Yahu konuşmayayım diyordum ama hanımefendi rica etsem de aralara girmeseniz de okusak şu hikâyeyi beyefendi lütfen biraz ayıp olmuyor mu? Olduysa ne olacakmış ha? Yok canım, şey, hiç, yani, şey, yani, siz de haklısınız af edersiniz.
Üzüntüsü kendisini neşredilen şeylere itmiş oysaki fark etseymiş küskünlüğü yüzünden ne kadar pespaye hale gelmiş pek iyi olurmuş sırf kitap dememek için neşredilen şeyler diyor. İnternete neşredilen şeylerden kesitler göndermiş ve pek beğenilmiş. İyi ettim demiş kendi kendine. Kendini yenilenmiş hissetmiş ve hüzünlü ve nispeten güzel öyküler şey etmiş.
Bir-iki sene geçince, acaba, demiş, küskünlüğümü bitirsem mi? Hem hikaye hikaye dedi ama şapkası nerede neyse canım alışır artık pek enerjikti böyle ince seslilerle sürünmekte. Tamam, demiş o zaman kendinden emin bir sesle, hadi bu küskünlük bitsin. O sanmış ki konfetiler fırlayacak etraftan ve arkada güzel bir müzik ve spot ışıkları tutulacak kendisine ve küskünlük sonrası yazdığı ilk hikâye ile bir Nobel birkaç da Pulitzer ama, olmamış. Şimdi, demiş, ne yazıyordum ben? Daha da önemlisi, neden yazıyordum ben? Vaktiyle kendini yazar olmanın şehvetinde o kadar kaybetmiş ki bu yazarımız; neden yazdığını unuttu bak şimdi görülen geçmiş zaman kullandı burada aslında fark edişe vurgu yapılıyor ince bir sanat herkes fark edemez yani demek ki yazar unuttuğunu “gör”müş demek ki gördüğünü işitmişsiniz italik hanım öyle değil mi demek ki gördüğünü işittiğini işitmişsin ha italik altı çizik. Bırakın yav şu zırvaları. Yazar silkinip kendine geldi, ne bu miş’li geçmiş zaman dedi, görülen geçmiş zamanın netliğine ve ikna ediciliğine ve karizmasına geri dönelim. Ama olur mu, paragrafın ortasında miş’ten di’ye dönülür mü dendi kendisine ama o aldırmadı. Bundan böyle miş’li geçmiş zaman olmayacağını ilan etti.
Yazar neden yazdığını hatırlamak için ilk hikâyesini, Şunun Busu’nu açıp okudu tekrar. “Bu”sunu kaybeden Şu’nun sergüzeşti Sergüzeşt Samipaşazade Sezai’nin 1888’de neşredilmiş romanı maşallah edebiyat bilginiz pek pekiyi ah teşekkür ederim anlatılıyordu hikâyede. “Şu”, bir çöle düşüyordu yoksa bu bir Leyla ile Mecnun göndermesi mi ve sonra çölde bir dervişe rast geliyordu hmm tasavvufi ögelere de yer verilmiş ve bu derviş ona diyordu ki: “Her arayan bulamayabilir; ancak bulanlar arayanlardır.” inanamıyorum METİNLERARASILIK metinlerarasılık dediniz mi orada duracaksınız italik hanım, herkes başaramaz metinlerarasılığı italik hanım metinlerarasılık iki Metin arası mesafe olması durumuna verilen ad değil mi hahahaasdfasdf şimdi bu espri mi kalın-italik-altı çizili abi sen karışma üstü altı çizik italik sen varlığını sorgulasana önce üstün çizili neticede yani İSTENMİYORSUN aslında ortam çizili ama üstüm de derler bu kağıt düzleminde değil kağıda dik düzlemde düşünüldüğü için üstüm çizili deniyor. Ne demişler, samimiyetinin altını çizersen üstünü de çizersin AMAN ALLAH’IM metinlerarasılığı tartışırken bir metinlerarasılık daha inanılmaz bir hikâye oluyor bu hem de şu anda altı üstü çizili italik beyin de katılmasıyla toplam bir-iki-üç-dört tam beş tane anlatıcı olmuş hem de çok sesli bir hikâye oldu bu inanılmaz aman italik sen de anca her şeyde bir sanat bulma hevesindesin bayıyorsun bir yerden sonra yani neyse ya biz hikâyeye çok müdahil olduk aman Allah’ım müdahil ne kadar da fevkalade bir kelime siz de fevkalade kelimesini kullandınız italik hanım gözlerimden kaçmadı ah teşekkür ederim italik altı çizili bey çok naziksiniz. Bunun üzerine, “Şu” ancak aşkı ararsa “bu”sunu bulabileceğini fark ediyordu ve sonra çölde bir kutup ayısına denk geliyordu yazar burada popüler kültür göndermeleriyle genç kitleyi hedeflemiş anlaşılan ama yazarın kendisi de genç belki bundan da yapmış olabilir ya Allah aşkına bir sussanız diyorum sanatın altını çizersen üstünü de çizersin vay be varlığından emin olamadığımız kalın italik altı ve üstü çizili kardeşimiz bize varoluşçu sorular soruyor o zaman artık kitaplarda hiç satırların altını çizmemeli miyiz ah biri varoluşçu mu dedi şu an buradaki entelektüel seviyeden dolayı nutkum tutulacakmış gibi geliyor aman italik hanım lütfen kendinize dikkat edin ah tamam italik ve altı çizili beyciğim iyiyim ben. Kutup ayısı, çölde Şu’ya denk gelince ne yapsın, Şu, şu olduğu için kutup ayısı da işaret parmağıyla Şu’yu işaret ediyor. Şu anlıyor ki, aşk, içinde. Ağlamak istiyorum bu ne kadar naif bir sembolizmdir son zamanlarda postmodernlerin ve absürdlerin pek sevdiği üzere mizah ve hüznü iç içe harmanlayan bu nasıl bu vallahi de billahi de yazarını tebrik etmek istiyorum italik hanım size katılıyorum ben de pek bir etkilendim hikâyeden keşke bu yazarımızın bu hikâyeyi içeren bir kitabı çıksa da imzalatırken Şu’ya diye imzalarsanız desek zira biz bu dünyada her birimiz birer Şu’yuz bir kutup ayısı bile olsa bize kendimizi, içimizi işaret edecek birilerini arayan susun lan beni bile ağlattınız çok merak ettim hikâyenin sonunu sonra konuşun belki ben de biraz iç dökerim şunu işaret ettin mi bunu da işaret edersin demek mi oluyor yani bu aslında hiç böyle düşünmemiştim ama ben önce varlığımı düşünmeliydim özür dilerim kalın ve italik ve altı çizili efendim saygılarımla ama ben yoksam saygım da mı yoktur yoksa–. Şu, bu işaret edişten sonra bir derviş olup çıkıveriyor ve çok sonra çölde birine denk geliyor; bu birisi de meğerse “bu”sunu arıyor ve Şu ona diyor ki: “Her arayan bulamayabilir; ancak bulanlar arayanlardır.”. BRAVO, BRAVO! Bu hikâyenin üzerine hikâye mi olur sevgili arkadaşlar, baksanıza, tüm o önceki edebi nitelikleri yetmezmiş gibi bir de üstün bir döngüsel kurguyla karşı karşıyayız. Hem de diğer güzelliklerin üstüne! Yazar kesinlikle edebiyata çok hâkim olmalı. Hem çok hâkim olmalı hem de sağlam bir yaşam tecrübesi olmalı ki hem bu kadar yüksek derecede sembolizm kullanabilsin ve hem de aynı zamanda bu kadar içten yazabilsin! Bravo, bravo! Şu anda ağlıyorum ve bunları yazıyorum biliyor musunuz, öyle kalın göründüğüme bakmayın aslında benim çok hassas bir kalbim vardır. Ve bu hikâye, bu kalın kabuğumdan içeri bir çatlaktan sızan güneş ışığı gibi sızdı ve kurumuş kalp toprağımda ekin bitirdi; hani şu yazarın sepesessiz tepelerin sensizlikle biçilmiş tekinsiz ekinleri gibi, ben de, yapayalnız tepelerin şanssızlıkla biçilmiş takatsiz bir ekiniyim. Ah, daha konuşmak istiyorum ama sanırım daha çok ağlamak istiyorum gözyaşının altını çizersen üstünü de çizersin şey italik hanım evet ben de çok etkilendim ne kadar da güzel, derginin hikâyeyi neden kabul ettiği çok açık. Yazar hikâyeyi okuyunca kaybettiğinin ne olduğunu anladı; anladı ki kendini yazarlığın, gerçekleşmesi muhtemel şöhretinin şehvetine kaptırdı ve içinden geldiği gibi yazmaktansa insanlar neye ilgi gösterir diye düşünerek yazdı. Yazdığı hüzünlü hikâyelerin sorunu ise herhangi bir istikameti ve iskeletinin olmayışıydı. Hikâye ile aktarılan düşünceler ve duygular ne çok çiğ ne de çok pişmiş olmalı. Evet, diye düşündü yazar, aslında bu düşüncelerimi kaydetsem iyi olur belki ileride hikâye anlayışımın değişimini bir kitap olarak basarım. İşte, dedi, yine şehvetim giriyor araya, durdurmalıyım bunu. Peki, şimdi, demiş içinden yazar, miş’li geçmiş zamana dönerek sınırlarını yıktığına sevinerek ah bu yazarımız sınırlarını yıktıkça ilerleyecek ve inşallah bize çok daha güzel hikâyeler yazacak. Şimdi, yeni bir sayfa açıp yeni bir hikâye yazma zamanı. Aslında, diye düşünmüş yazar, bu süreci hikâyeleştirsem hem de böylece şu düşüncelerimi kaydetme işini de halletmiş olmaz mıyım? Aman Allah’ım, yazar yine ustaca kurgusuyla bizi şaşırttı! Oyun içinde oyun, hikâye içinde hikâye! Ne yani, biz aslında bir hikâyenin parçası mıyız? Az önce yazarın hikâyesine methiyeler düzerken, aslında, bu, bunlar, bunların hepsi ve biz de dahil bir hikâyenin parçası mıyız? Bakın demiştim ben size varoluşumuzu sorgulamak önemli diye; meğerse yokmuşuz biz; yani benim üstüm çizili diye siz beni yok saymaya kalkıştınız; ama meğerse hepimizin üstü çiziliymiş! Üzüldüm mü desem bilmiyorum; eğer varoluşumuz -yoksa yokoluşumuz mu demeliyim ya da varolmayışımız- güzel bir amaca hizmet ediyorsa ne olduğumuz önemli mi? Hem siz italik hanım farkında değil miydiniz olanların, bu hikâye çok güzel ilerliyor beş anlatıcı oldu derken farkında olduğunuzu düşünmüştüm ah varlığınızdan bile emin değiliz ama gözlem gücünüzden eminim altı ve üstü çizili ve italik bey, ben tecâhül-i ârif yapmaktaydım ah italik hanım bu da sizin yazara hediyeniz oldu sanırım, değil mi ah evet italik ve altı çizili beyciğim bu güzel hikâyede bizim de tuzumuz olmasın mı? hayır, hayır olamaz! Benim gibi kalın, italik ve altı çizili bir bir ney, kalın, italik ve altı çizili abi ben sana abi diyorum ama sen insan bile değilsin ki, sen bir “Şu”sun en fazla. Seni işaret edebilirim ama ne olduğunu söyleyemem; çünkü, aslında, yoksun. Ne yapalım, mukadderat, demek ki benim gibi gerçekçi şeyler bile var olamayabiliyormuş mademki, biz, aslında, yokmuşuz, ben, gerçekten, gerçekten yok olmadan, ifade etmek isterim ki, ben, var olmasam bile, italik hanım, size olan aşkım… gerçekti. Bu metafizik dünyada nasıl mümkünata kavuşur, bilemiyorum; ama, ben, sizi, seviyorum… Keşke mümkün olsa da dest-i izdivacınıza ah dest-i izdivaç mı, ah ne kadar da zarifsiniz altı çizili ve italik beyefendi, elim ayağım birbirlerine dolandılar ben talip olmak isterdim ama bizler eğer var bile değilsek ve insan bile değilsek dest-i izdivacımız var mıdır ki? Varlığının altını çizersen üstünü de çizersin demek içinmiş belki de tüm bu başımıza gelenler ben teklifinizi kabul ediyorum italik ve altı çizili beyefendi, hem bu hikâye de böylece onlar erdi muradına, biz çıktık kerevetine diye biter de halk hikâyelerine göz kırpmış olur ve metinlerarasılıkta zirveye erişir ç-ç-çok sevindim italik hanım, derhal nikah işlemlerini başlatalım o halde! Hem zaten var olmadığımıza göre, derhal de biter bu nikah işlemleri! Kalın italik ve altı çizili abimizle italik ve altı ve üstü çizili kardeşlerimiz de şahitlik ederler, ediyor musunuz? Evet. Evet. Ama şahitliğin altını çizersen üstünü de- Ben de bu hikâyenin yazarı olarak sizleri karı-koca ilan ediyorum. Eh, ne diyelim, onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine! (Alkış) (Alkış) (Alkış) (Alkış)
İlk Yorumu Siz Yapın