Ben galiba en son iki hafta önce gördüm onu. Yemekhanede tek başına yediğini görünce yanına gitmiştim. Öyle sürekli görüşmeyiz, merhaba merhaba düzeyindedir muhabbetimiz. Bu yüzden annesinin kanser olduğunu çat diye söylemesini beklemiyordum. Nasıl tepki vereceğimi bilemedim. Ay çok üzüldüm dedim, yapmacık geldi; sonra ya çok üzüldüm dedim, anlamsız geldi; ne diyeceğimi bilemiyorum dedim, o da soğuk geldi. Ne kanseri, dedim toparlamak için, doğru tepkiyi verememişliğimi örtmeye çalışarak. Anlattı o da. … Şey, evet, bunların konumuzla direkt alakası yok tabii de, ama olabilir de. Bilmiyorum, polis olan sizsiniz, cevabını siz vereceksiniz. Ben başka bir şey bilmiyorum zaten, o yemekten sonra bir daha görüşmedik. Okula da pek gelmiyormuş, muhtemelen ondandır. Hâli çok kötüydü.
Ben en son geçen hafta görmüştüm ama gününü çıkaramadım. Hafta içiydi. İşten dönüyordum, o ise okuldan. Aynı metro istasyonunda iniyoruz, kimi zaman denk geliriz. O beni görüp yanıma gelmezse ben gitmem onun yanına. Pek samimiyetimiz yok, hem de yorgun argın kimseyle konuşasım gelmiyor açıkçası. Yine öyle olmuştu. Her zamanki gibi kulağında kulaklıklarıyla yürüyordu önümde. Hızlı da gidiyordu, ben uyuşuk uyuşuk giderken aramız epey açıldı, görmez oldum. Sonra istasyondan yukarı çıkınca kalabalık dikkatimi çekti, birinin etrafında toplaşmışlardı. Bir de baktım ki o. Üstü başı toz olmuş, yere oturmuş, hüngür hüngür ağlıyor. Etrafındakilerden biri su çıkarıp vermiş, bir başkası elini tutmuş, bir başkası da mendil çıkarıyor… Hay Allah dedim, uyuşukluktan sıyrılıp telaşla yanına koştum. Ne oldu Semra, iyi misin dememe kalmadan yanındaki bir kadın atıldı tanıyor musun bu kızı sen diye. Evet, dedim, mahalleden. İyi ki geldin evladım dedi aynı kadın, bu kızcağız kırmızı ışığı fark etmemiş. Karşıya geçerken de bir minibüs son gaz gelmesin mi… O çocuk kızı yoldan çekip kaldırıma atmasa feci kaza olacaktı. O çocuk nerede diye soranlar oldu etraftan; ama hengâme içinde gittiği fark edilmemiş anlaşılan. Kalabalık çok geçmeden dağıldı, ben de Semra’ya eve kadar eşlik ettim. Ben, dedi, kafam, dedi, dalgındım, dedi, herhangi bir bütünlük gözetmeden. Derin bir nefes alıp verdi. Olur öyle, dedim, ben de iş çıkışı çok yorgun oluyorum diye ekleyerek normalleştirmeye çalıştım dalgınlığını. Kendini kurtaran genci merak etmişti. Yusyuvarlak yeşil gözler, sarı-kumral saçlar ve yumuşak yüz hatlarıyla öylesine munis görünümlüymüş ki anlattığına göre. Hızır gibi yetişti dedi alelade. Kim bilir, belki de Hızır’dı dedim ben de. Güldürme beni dedi gülerek. Aslında olabilirdi de, neden olmasındı ki? Kurtarmış ve kaybolmuştu.
Sen bizim Semra’dan bahsediyorsun evladım, anladım ben. Ben onu en son, hafta sonunda, şeyde, şu, deyiversene, şu köşedeki aktar yok mu, orada gördüydüm… Ay çekirdeği almaya gittiydim. Bu yaşta tek zevkim o kaldı. Bizim aktar biraz yüzsüzdür ama uzağa da gidemiyorum yavrum, artık zor bize yürümek. İşte hanım kızımızı orada gördüm. Elinde bir kese otla bir şeyler soruyordu. Duymuştum anasının kanserini. Alternatif bir tedavi neyin bir şeyler deniyorlardı belki de. Görünce bir selam verdi sadece. Kızı görsen resmen hayalet… Zaten pek konuşmaz etmezdi de… Vah yavrucak… Hayır bir de ne yerler ne içerler şimdi merak da ederim. Bir tek anası çalışıyordu, baba yıllar önce terk edip gitmiş… Şimdi sen bu kız kaybolmuş diyorsun öyle mi evladım… Hay Allah, inşallah başına kötü bir şey gelmemiştir. Anasının hâli ortada, kötü haber kaldıramaz kadıncağız…
Ben en son bu hafta gördüm onu, evet evet, üç gün önceydi, pazartesi. Sabahki derslere girdikten sonra gidecekti, annesinin doktor randevusu varmış. Bana biraz şaşkın göründü; saçları dağınık, yüzü beyaz, gözleri çukurda… Ya da anlattıklarından sonra öyle gördüm herhalde. Kimseye söyleme diye başlamıştı anlatmaya, Hızır Aleyhisselam geldi bana. Saçmalama Semra demiştim ben de; inançsız değilim de, kime geliyor ki Hızır? Oysa tamamıyla inanmış görünüyordu, önce beni ölümden kurtardı dedi; geçen metro istasyonunun orada minibüs ezecekmiş bunu az daha da bu Hızır kurtarmış. Sonra mahallede karşılaşmışlar tekrar. Merhaba diye arkasından seslenmiş Semra’ya, siz, geçen gün, demeye kalmadan Semra, evet demiş, o bendim. Teşekkür etmiş, tanış olmuşlar. Önce Vedat demiş ismini Hızır; ama sonra etrafta kimsenin olmadığından emin olup, size bir şey söylemem lâzım diye esas söze girmiş. Aslında o gün sizi kurtardığımda söyleyecektim; ama kalabalıktan söyleyemedim, ben size yardım etmeye geldim demiş. Allah’ın emriyle, diye başlamış. Bizim şapşal Semra bunu anlatırken bir an evlilik teklifi edecek sandım deyip gülmüştü, beni de güldürmüştü valla. Anlattığı kadarıyla da oldukça yakışıklıymış hani, böyle insanı çeken garip bir aurası varmış. E Hızır’dan bahsediyorsak etkileyici de olmalı, değil mi… Ay neyse, işte bu bizim Semra’ya Allah’ın emriyle demesi Allah’ın emriyle annenize şifasını teslim etmeye geldim demesiymiş. İlk başta Semra anlamamış tabii, doktor mudur hoca mıdır ne ki bu adam, nereden biliyor annemin hastalığını filan… Hızır da açıklamak durumunda kalmış. Ay düşünebiliyor musunuz, koskoca Hızırsınız ama Hızır olduğunuzu açıklamanız gerekiyor, rezalet vallahi. Ama daha kötüsü de olabilirdi, ya Semra Hızır nedir hiç bilmeseydi… Ama işte öylelerine de Hızır gelir mi ki zaten… Ay neyse, yine saptım değil mi konudan. Özetle olay şu ki bizimki düşünmüş; geldi hayatımı kurtardı, annemin hastalığını biliyor, e yüzü desen böyle nurlusunu görmüşlüğü yok; demek ki Allah gördü hâlimi de acıdı bana, Hızır vesilesiyle derman olacak dertlerime… E beni de inandırdı neredeyse böyle anlatınca. Bir de, şey, biliyor musunuz, acıyorsunuz yani karşınızdakine. Biliyorum ben Semra’mı, çektiklerini… Babası çekip gitmiş, ağabeyi desen evlenip arkasını dönmüş hayırsızın teki. Ana-kız birbirlerine tutunmuşlar, güç bela geçinip ediyorlardı şu İstanbul’da. E anne hasta olunca evi kim geçindirsin, Semra okula mı hastaneye mi yoksa evi geçindirmek için işe mi yetişsin… Ay neyse, içim daraldı böyle konuşunca. Nerede kalmıştım, Hızır’ım demiş işte, sonra da hasırdan bir kesenin içinde ot gibi bir şeyler vermiş, bunun çayını yapıp annene sabah akşam içir demiş. Semra da almış içirmiş. Tabii öyle bir iki çayla kanserden kurtulunduğu mu görülmüş; ama bu çay Hızır’dan gelince Semra’ya da bir umut dolmuştu. Allah’ın hikmeti, belli mi olur… Doktor muayenesine gidecek diye çok heyecanlıydı, belki doktor kanser bitmiş der diye havalardaydı. Sonra bir daha da göremedim onu, mesaj attım annesinin durumuyla ilgili bir gelişme var mı diye; ama doktorlar bir iyileşmeden bahsetmemiş.
Evet, bu sabah görüştük Semra ile. Ailevi bir durumdan ötürü şehir dışındaydım, yeni dönmüştüm de bana hemen buluşmamız lâzım diye yazmıştı. Annesinin kanser olduğunu biliyordum; belki onunla ilgili bir durum vardır diye hiç ertelemeden buluştuk bir kafede. Çaylarımız gelince anlatmaya başladı. Metro istasyonunun orada ölümden dönmüş ve meğerse onu kurtaran da Hızır Aleyhisselam’mış. Şaştım kaldım böyle anlatmasına. İnandım başta; ama zor oldu. İnandıklarımızı görmüyoruz ya, sanki bu yüzden hepsi bir perde ötesinde gibi, değil mi? Öyle sayıyoruz yani; belki de böylece yok sayıyoruz. Oysaki çok yakınlar işte, pat diye girebilir hayatımıza Hızır Aleyhisselam. Konuya dönecek olursam, Hızır Aleyhisselam bir ot karışımı vermiş Semra’ya annesi için. Semra aktara sormuş ne otu diye, aktar çıkaramamış. Böyle olunca daha da inanası gelmiş Semra’nın. İçirmiş annesine çayı; ama Hızır’ın verdiği zaten azıcıkmış, iki güne bitmiş. Çay bittikten sonra Hızır Aleyhisselam gelmiş yine. Semra çay vereceğini ya da kısa bir konuşma yapacaklarını sanmış ama bunlar olmamış. Ben, demiş Hızır Aleyhisselam, şey diyecektim, demiş, nasılsın? Semra böyle anlatınca kafamdaki Hızır Aleyhisselam imajı sarsılmadı diyemem. Onu böyle hikmetli, her şeyden haberdar, az ama öz konuşan biri gibi hayal etmişimdir. Böyle bir arkadaş gibi nasılsın diye sormasını, ne bileyim, en basitinden şey demesini yadırgamadım diyemem. Semra’ya da garip gelmiş ilkin de ses etmemiş. Oturup konuşmuşlar biraz. Hızır Aleyhisselam hep neler hissettiğini sormuş Semra’ya. Annenin kanser olduğunu öğrenince demiş, sonra senin hayatını kurtardığımda demiş, sonra tekrar karşına çıktığımda, sonra Hızır olduğumu öğrendiğinde, sonra sana çayı verdiğimde… Semra’yı bilirim ben; öyle duyguları hakkında konuşabilecek tıyneti yoktur. Hislidir hisli olmasına ama sözsüzdür. Anlattım bir şeyler diye yuvarladı zaten buraları. Seni asıl çağırma nedenim diyerek yaklaştı bana. Etraftan duyulmasın diye sessizleşerek, ben Hızır’a âşık oldum dedi. İnanın ağzımdaki salatalığı zor yuttum. Gülesim geldi; ama gülsem Semra çok alınacaktı. Kendimi öksürüklerle karışık gülmeyle toparladım. Semra sen ne diyorsun dedim, Hızır Aleyhisselam diyorsun, âşık oldum diyorsun, tövbe estağfurullah! Ne olacağını biliyorsun; sana yardımı dokunacak, sonra da kaybolacak. Bütün hikâyelerde böyledir. Ama, dedi Semra, bir görsen… Ben dünyada ondan daha temiz yüzlü birini görmedim. Çekimine kapılmamak elde değil. Tavrı, yaklaşımı, bana kıymet verişi… Tamam, ilk başta sadece o meleksi görünümünden etkilenmiştim; hani çekici birini görürsün de için gider ya, öyle. Ama sonra, özellikle de o gün benimle konuşunca, hissettiklerimi sorunca… Böyle şeymiş gibi hissettim; o böyle sanki insan olmanın nasıl bir şey olduğunu anlamaya çalışıyor gibiydi… Çocuksu geldi bu biraz da, biliyor musun? Belki de sadece ne hissettiğimi soran ilk erkek diye etkilendim. O güzelim yüzüyle birleşince de… İşin ciddiyetini görünce şaşkınlığımı tamamen bastırarak, Semra, dedim, sen şimdi böyle anlattın iyi hoş da, bunların ne anlamı var? Sen gidip, tövbe tövbe, Hızır Aleyhisselam’a açılsan ne olacak sanıyorsun, hadi evlenelim mi diyecek sana? Belki sen bunu der demez gözünün önünde toz olup kaybolacak. Zaten ondan korkuyorum ya, dedi Semra da. Benden, şey istedi, annemin şifa bulması için kurban kesecekmiş, parasını teslim edecektim ben de ona bugün. Şimdi ben bu parayı teslim edince, annem de Allah’ın izni ve onun aracılığıyla şifasını bulduktan sonra, kaybolacak diye endişeleniyorum. O yüzden düşündüm ki, paranın sadece bir kısmını vereyim bugün, onu tekrar görebilmek için. Parayı toparlayamadım falan derim, şu güne elimde hazır olur derim… Semra çok safsın dedim bunun üzerine, bir düşünsene Hızır Aleyhisselam annenin hastalığını bilecek de parayı denkleştirip denkleştiremediğini mi bilemeyecek? Hem bir de yalan söylediğini fark eder de ortadan kaybolursa, bunu düşündün mü hiç? Annen de şifa bulamadığıyla kalır. Semra uzun bir hayretle çok haklısın dedi, böyle yapamam. Ama şimdi gidip bu parayı verdikten sonra da, annem iyileşecek ve o da… gidecek. Ne istersin Semra dedim, Allah korusun annenin hastalığı kötüleşsin ve o da yanında mı kalsın istersin? Hayır tabii ki Sümeyye dedi, neler diyorsun Allah aşkına? Ben, sadece, o gitmesin istiyorum. Bu esnada aklıma bir şey takıldı, bu Hızır Aleyhisselam para istemiş, Hızır Aleyhisselam neden para istesin ki? Dolandırıcı filan olmasındı bu… Semra’ya da söyledim. Gözlerinden yaş geldi dinledikçe. Ama nasıl bilsin ki annemi, beni; hayatımı da kurtardı diye sıraladı tüm karşıt önermelerini. O da haksız sayılmazdı; ama, sonuç değişmiyordu ki: Hızır Aleyhisselam’ın para istediği nerede görülmüş? Belki de bu hikâye eski zamanlarda geçseydi Hızır Aleyhisselam hayvanlarından birini kurban et derdi Semra’ya; biz şehirlilerin hayvanı mı vardı ki kurban edecek? Yine de, yok, olmazdı. Hızır Aleyhisselam’dan bahsetmiyor muyuz, böyle bir kurban gerekecektiyse o daha makul bir yolunu bulurdu. Para istemek de neymiş, IBAN’ını yollasaymış bari de Semra bankadan para çekmekle uğraşmasaymış. Böyle deyince Semra iyice şüphelenir oldu; zaten doktor muayenesinde de Hızır’ın verdiği çaylardan sonra bir iyileşme görülmemiş… Bir süre sessizce oturup düşündük. Semra bu düşünme sürecimizden inançla çıktı: Hayatımı kurtarmak olsun, annemin hastalığını bilmesi olsun; bunca şeyi bir dolandırıcı yapamaz dedi. Ama, dedi, bunu anlamanın bir yolu var. Müthiş planı ortalıktan kaybolmakmış. Hızır ise beni bulacaktır dedi ve gitti. Arkasından bağırsam da durmadı. Çok ciddiye almamıştım aslında bu planını, gün boyu bir yerlerde dolanır ve eve geçer diye düşünüyordum. Annesi boşuna telaş etmiş bence. Ne olacağı da belli olmaz tabii de, açık konuşmak gerekirse, Semra oyun oynuyor gibi geldi bana. Ondan ciddiye alamadım herhalde. Canı çok sıkkın, yadırgayamıyorum da… İletişime geçersem elbette haber veririm memur bey. Şey, bu arada, isminiz neydi?
Vedat.
İlk Yorumu Siz Yapın